GİRİŞ

Tarih boyunca dünya üzerinde savaşın olmadığı bir dönem neredeyse yoktur. Günümüzden binlerce yıl önce mağara duvarlarına insanların topluluklar halinde savaşmalarının delili olan çizimler resmedilmiştir. İnsanoğlu hayatta kalmak, güvenliklerini sağlamak ve birçok diğer ihtiyacının karşılanması adına toplu halde yaşamayı tercih eden bir canlıdır. Toplu halde yaşam faydalar getirdiği gibi insanların yaşayışı üzerine birtakım sınırlamalar da getirmektedir. Bu çerçevede özgürlüğün kapsamı, bireyin diğer bireylerle ve devlet ile ilişkisi, toplumsal yaşamda uyulacak kurallar hukuk kuralları olarak nitelendirilmektedir.

Dünya üzerinde farklı bölgelerde yaşayan birçok insan, yaşadıkları bölgelerde bir araya gelerek birbirlerinden farklı dil konuşan ve farklı kültüre sahip toplumlar ortaya çıkarmıştır. Tıpkı bir toplumun kendi içerisinde meydana gelecek anlaşmazlıkların çözümü adına uyulması gereken kuralları düzenlemesi gibi toplumların da birbirleriyle yaşadıkları anlaşmazlıkların çözümü adına uluslararası alanda tüm toplumları bağlayıcı kuralların konulması ihtiyacı doğmuştur. 1648 yılında imzalanan Vestfalya Antlaşması’na kadar olan süreçte devletler “haklı savaş’’[1] anlayışına sahipken bu tarihten itibaren BM sistemine kadar devletler Vestfalya sistemini benimsemiş ve kendi çıkarları doğrultusunda savaşmıştır.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında meydana gelen büyük yıkım Kellog-Briand Paktı ve Lokarno Antlaşması gibi belgeler savaşa başvurmayı yasaklamıştır. Ancak yine de söz konusu antlaşmalar İkinci Dünya Savaşı’na engel olamamıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan yıkımın Birinci Dünya Savaşı sonrasındakinden de büyük olması sebebiyle savaşta galip gelen devletler kurdukları Nüremberg ve Uzak Doğu Uluslararası Askeri Mahkemeleri ile savaş suçlusu olarak gördükleri kişileri yargılamışlardır. Bu mahkemelerin yargı yetkisi kapsamında yer alan “barışa karşı suçlar’’ günümüzdeki saldırı suçunun öncülüdür. Devam eden süreçte BM Şartı ile birlikte “BM kararları uyarınca silahlı kuvvet kullanılması’’ ve “meşru savunma’’ hakkı dışında kuvvet kullanılması yasaklanmıştır.[2]

Siyasi çıkarların uyuşmamasından ötürü saldırı suçunun tanımı BM tarafından ancak 1974 yılında 3314 sayılı karar ile yapılabilmiştir. Bu kapsamda saldırı suçunun uluslararası barışa karşı bir suç olduğu ifade edilmiştir.[3]

Saldırı suçunun tanımı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisine kapsamında olup olmadığı hususu, saldırı suçu oluştuğuna karar verilmesi durumunda BM Güvenlik Konseyi’nin rolünün ne olacağı sıklıkla tartışılmıştır. Roma statüsünün 5/2’nci maddesiyle saldırı suçunun tanımının yapılması gerektiği ve 121 ile 123. Maddedeki belirtilen şartlarda statüye eklenecek düzenleme ile yargı yetkisinin kullanılmaya başlanacağı kararlaştırılmıştır.[4]

Nitekim saldırı suçunun tanımı 2010 yılında Uganda’nın başkenti Kampala şehrinde düzenlenen UCM Birinci Gözden Geçirme Toplantısı’nda 6 sayılı karar ile yapılmış, 8 bis,15 bis ve 15 ter maddeleri Roma Statüsü’ne eklenmiştir. Bu kapsamda UCM’nin saldırı suçu üzerindeki yargı yetkisi 1 Ocak 2017 yılından sonraya ötelenmiş Taraf Devletler Kurulu’nun 14 Aralık 2017 tarihinde kabul ettiği maddeyle[5] UCM’nin saldırı suçu bakımından yargı yetkisi 17 Temmuz 2018 tarihinden itibaren icra edilebilir hale gelmiştir.[6]

Bu çalışma 2 bölümden oluşmaktadır. İlk olarak uluslararası hukuk kapsamında kuvvet kullanma yasağı, saldırı suçu kavramı ve tarihsel gelişimi incelenecektir. İkinci bölümde ise saldırı suçunun unsurları ele alınacaktır.

 

I.ULUSLARARASI HUKUKTA KUVVET KULLANMA YASAĞI, SALDIRI SUÇU KAVRAMI VE TARİHSEL GELİŞİMİ

A) Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma Yasağı

Saldırı suçu ile kuvvet kullanma yasağı kavramları arasında yakın bir ilişki mevcuttur. Saldırı suçunun unsurlarının anlaşılabilmesi için kuvvet kullanma yasağına ilişkin düzenlemelerin incelenmesi gerekmektedir.[7]

Saldırı suçunun oluşabilmesi için mantık kuralları çerçevesinde kuvvet kullanma yasağının ihlal edilmiş olması gerekir. Ancak her kuvvet kullanma bir saldırı teşkil etmez. Aynı zamanda saldırı fiili gerçekleşse bile diğer unsurlar mevcut değilse de suç oluşmaz.[8] Sonuç olarak uluslararası hukukta kuvvet kullanma yasağı kavramının açıklanması saldırı suçunun daha iyi anlaşılması adına önemlidir.

Savaş hukuku temelde “Jus ad bellum” ve “jus in bello” olarak iki bölüme ayrılmaktadır. ‘’Jus ad bellum savaş ilanıyla ilgilenen hukuk (savaşa karar verme hakkı) iken; jus in bello ise savaşta uyulması gereken hukuku (savaş içindeki haklar, yükümlülükler) veya diğer bir tabirle ‘insancıl hukuku’ konu alır’’.[9] BM Şartı’nın kabulünden sonra savaşa başvurma, zorlama yöntemleri ve meşru savunma dışında yasaklanmıştır. BM Şartı’ndan sonra modern “jus ad bellum” olarak adlandırılan, “jus contra bellum” kavramı ortaya çıkmıştır. Bu kavram savaş açmaya karşı hukuk manasına gelmektedir ve bu kavramlarla birlikte uluslararası alanda egemenliğin, eşitlik ilkesi uyumlu bir şekilde tanımlanması sağlanmıştır.[10]

20.y.y. ortalarına dek savaş, insan tabiatı gereği doğal bir olay ve bir olgu olarak kabul edilmiş, hukuken bir düzenlemeye tabi olmamıştır. Uluslararası hukuk yalnızca başlamış bir savaşın sonuçlarını düzenleme aşamasında etkili olmuştur.[11] Bu düşünceye rağmen tarih boyunca çeşitli uygarlıklar haklı savaş “bellum justum” düşüncesine yer vermiş ve buna ilişkin kriterler belirlemişlerdir. Örneğin Roma İmparatorluğu’nda savaş kararını “fetiales’’ adı verilen bir rahip heyeti vermekteydi. Bu kapsamda “jus fetiale”de savaşa başvurmak için dört neden belirtilmiştir. Bunlar Roma yöneticilerine saldırı, elçilere saldırı, uluslararası antlaşmaların ihlali ve Roma’ya dost bir devletin Roma’ya düşman bir devlete destek vermesidir.[12] Günümüzde de birçok alandaki antlaşmaya kaynaklık eden haklı savaş kavramı temelde altı prensipten oluşmaktadır.

Bu prensiplerden ilki haklı nedendir. Haklı neden savaşa başvurmak için geçerli bir neden veya nedenlerin olması gerektiğini ifade eden kavramdır. Bu nedenler başta meşru müdafaa olmak üzere insani müdahale ve ön alıcı meşru müdafaa olarak ifade edilebilir. İkinci prensip savaş kararının ancak devletlerin meşru otoritelerince alınıp resmi olarak duyurulmaları ile geçerli olacağını ifade eder. Haklı amaç olarak ifade edilen üçüncü prensip devletin toprakları genişletme gibi gizli nedenlerin dışında yalnızca haklı neden olarak belirttiği hedefi gerçekleştirmek adına savaş ilan etmesini ifade eder. Dördüncü olarak orantılılık kavramı savaş sonundaki fayda ve iyiliğin savaşın getireceği felaketten ağır basması gerektiğini ifade etmektedir. Beşinci prensip olan son çare prensibi savaşın ancak ve ancak alternatif çözüm yollarının sonuçsuz kalması veya bu çözüm yollarının sonuçsuz kalacağına dair makul dayanakların bulunması durumunda başvurulması gereken bir yol olduğunu belirtmektedir. Son olarak başarı ihtimali prensibi zafer elde etme ihtimalinin düşük olduğu durumda savaşa başvurulmaması gerektiğini ifade etmektedir.[13]

İkinci Dünya Savaşı öncesi dönemde Locarno Antlaşması ve Kellogg-Briand Paktı gibi savaşı önlemek adına birtakım gelişmeler yaşanmıştır. Ancak dönemin siyasi konjonktürü, ekonomik ve askeri gelişmeler neticesinde İkinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkması engellenememiştir. Sonuç olarak 70 milyondan fazla insan hayatını kaybetmiş ve etkileri hala devam eden dünya çapında bir felaket meydana gelmiştir.

Tüm bu nedenlerle bir daha böyle bir yıkımın yaşanmaması adına uluslararası bir örgütün gerekliliği fikri ortaya çıkmış ve bu amaçla 49 devlet 1945 yılında BM Antlaşması’nı hazırlamışlardır. Böylece halen mevcut olan Birleşmiş Milletler kurulmuştur. Bu antlaşmada savaş kavramı kullanılmamış kuvvet tehdidi veya kuvvet kullanma kavramlarına yer verilmiştir.[14] BM Antlaşması uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanılmasının evrensel düzeyde yasaklandığı ilk antlaşmadır.[15] Antlaşmanın 2.maddesinin 4. Fıkrası bu açıdan önemlidir.

BM ANTLAŞMASI m.2/4: “Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı, gerek Birleşmiş Milletlerin Amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.”

Ayrıca antlaşmanın 51. maddesinde belirtilen meşru müdafaa hakkı ile VII. bölümde düzenlenen BM Güvenlik Konseyi ile alınan kararlar kuvvet kullanma yasağının istisnasını oluşturmaktadır. Meşru müdafaadan söz edilebilmesi için BM Antlaşması’nın 51. maddesine göre silahlı bir saldırıya hedef olunması gerekmektedir.[16] Silahlı saldırı ihtimali durumunda meşru müdafaa hakkının kullanılması madde 51’in kapsamına girmemektedir.[17] Aynı zamanda silahlı saldırı ile meşru müdafaa arasında zaman bağı da bulunmalıdır. Uluslararası Adalet Divanı Nikaragua davası kararında BM Genel Kurulu’nun 1974 tarihli 3314 sayılı Saldırının Tanımı Kararı’na atıfta bulunmuş ve “silahlı bir saldırının sadece düzenli silahlı kuvvetlerin sınır ötesi harekâtını değil, ayrıca ‘bir devletin aleyhine düzenli güçlerin ika edebileceği ağırlıkta silahlı harekât ika eden silahlı grupların, düzensiz kuvvetlerin, ücretli askerlerin başka bir devlet tarafından veya onun adına gönderilmesini veya bu olaylara önemli ölçüde müdahil olmasını’ içerdiğinin genellikle kabul edildiğini” ifade etmiştir. Ayrıca UAD, sınır olaylarının, silah, lojistik ya da başka türlü desteklerin sağlanmasının silahlı saldırı kapsamına girmediğini belirtmiştir.

BM Antlaşması’nın 39. maddesinde belirtilen şartların (barışın tehdit edilmesi, bozulması veya bir saldırı fiili varlığının saptanması) oluşması halinde BM Güvenlik Konseyi 41. ve 42. maddeler uyarınca gerekli önlemleri almaya yetkili sayılmıştır. Bu önlemler ilk olarak kuvvet kullanımını içermeyen önlemler olmakla birlikte yetersiz kalmaları ve uluslararası barış ve güvenliğin korunması amacıyla gerekli görülmesi durumunda kuvvet kullanımını da içerebileceği kararlaştırılmıştır.

Netice itibariyle meşru müdafaa ve BM kararları kapsamında kuvvet kullanılması saldırı suçunu oluşturmamaktadır. Saldırı suçunun oluşması açısından gerçekleştirilen fiilin nedeni, amacı, süresi, orantılılığı değerlendirilip buna göre bir sonuca varılmalıdır.

 

B) Saldırı Suçunun Tarihsel Gelişimi

İkinci Dünya Savaşı öncesi dönemde kuvvet kullanma yasağına ilişkin düzenlemeler uluslararası hukukta yer bulmaya başlamıştır. Ancak saldırı suçunun tanımının açık bir şekilde yapılmaması ve bu suçun oluşup oluşmadığını yargılayacak uluslararası yetkili mahkemelerin mevcut olmaması nedeniyle savaş sonrası dönemde yapılan yargılamalar ceza hukukunun temel ilkeleri bakımından birçok tartışmaya yol açmıştır. Savaştan sonra kurulan Nüremberg ve Uzak Doğu Askeri Mahkemeleri’nde yapılan yargılamalarda savunma tarafı özellikle suçta ve cezada kanunilik, doğal hakim ilkesi gibi temel ceza hukuku ilkelerinin ihlal edildiğini yargılamanın adil olmadığını ifade etmiştir. Mahkemeler ise saldırı savaşının 1928 Kellogg Briand Paktı kapsamında yasaklandığını belirtmiş ve kararlarını savaşın toplum için kötü sonuçlar doğuran bir fiil olması nedenine dayandırmıştır.[18] Ayrıca saldırı suçunun unsurları belirlenemeyecek derecede genel tanımlamalarla ortaya konmuştur.

Uluslararası Hukuk Komisyonu tarafından 1954 yılında ‘’İnsanlığın Barış ve Güvenliğine Karşı Suçlara İlişkin Taslak Yasası’’ kabul edilmiştir. Taslağın ilk dokuz paragrafı saldırı suçunu tanımlamaktadır. Bu kapsamda savaş boyutuna varmasa dahi saldırı fiillerinin çeşitli yaptırımları içeren faaliyetlerinin şahsi ceza sorumluluğu da doğurduğu ifade edilmiş, devletin yetkililerinin saldırganlık fiiline başvurma tehdidi, meşru savunma durumu dışında saldırı hazırlığı, dolaylı saldırı fiilleri, uluslararası barışı sağlayan antlaşmaların ihlali, toprak katma veya siyasi ve ekonomik baskı yoluyla devlet işlerine karışıp çıkar sağlama da suç kapsamına alınmıştır.[19] Ancak bu taslak yasa devletlerden destek görmemiş ve uygulanmamıştır.

1974 yılında BM Genel Kurulu’nun 3314 sayılı Saldırının Tanımı Kararı uyarınca saldırı fiilleri sayılmıştır. Bunlar;

“Savaş ilan edilmiş olsun olmasın, aşağıdaki fiillerin herhangi birisi 2’nci madde hükümlerine tabi ve ona uygun şekilde bir saldırı fiili niteliği taşır:

  • Bir Devletin silahlı kuvvetlerinin diğer bir devleti istila etmesi veya ona hücum etmesi veya ne kadar geçici olursa olsun, böyle bir istiladan veya hücumden ileri gelen herhangi bir askeri işgal veya kuvvet yoluyla başka bir Devletin ¸ilkesinin veya bir bölümünün ilhaki;
  • Bir Devletin silahlı kuvvetlerinin, başka bir Devletin ¸ilkesini bombardıman etmesi veya bir Devletin diğer bir Devletin ¸ilkesine karşı herhangi bir şekilde silah kullanması;
  • Bir Devletin liman veya kıyılarının diğer bir Devletin silahlı kuvvetleri tarafından abluka altına alınması;
  • Bir Devletin silahlı kuvvetleriyle başka bir Devletin kara, deniz veya hava kuvvetlerine veya deniz veya hava filolarına saldırması;
  • Bir Devletin başka bir Devlette sonuncusuyla yapılan bir anlaşmaya göre bulunan silahlı kuvvetlerinin o anlaşmada öngörülen hükümlere aykırı şekilde kullanılması veya bu silahlı kuvvetlerinin varlığının bu ¸ülkede anlaşmanın sona ermesinden sonra da sürdürülmesi;
  • Ülkesini başka bir Devletin emrine veren bir Devletin, ¸ülkesinin o Devlet tarafından üçüncü bir Devlete karşı saldırı amacıyla kullanılmasına izin vermesi;
  • Bir Devlet tarafından veya bir Devlet adına diğer bir Devlete karşı yukarıda listesi verilen fiillere varan veya o ölçekte olan silahlı kuvvet fiillerini icra eden silahlı çetelerin, grupların, gayri nizami askerlerin veya paralı askerlerin gönderilmesi veya bu gibi fiillere önemli ölçüde karışılması.’’[20]

Ayrıca 1991 ve 1996 yıllarında da taslak yasalar oluşturulmuş ancak hedeflenen amaca ulaşılamamıştır.

Nihayet 2010 yılında Uganda’nın başkenti Kampala’da icra edilen Birinci Gözden Geçirme Konferansında Roma Statüsü’nün 5/2. maddesi çıkarılmış; 8 bis, 15 bis ve 15 ter maddeleri eklenmiştir. Bunların dışında 25. maddeye 3 bis maddesi eklenmiş, 9. Ve 20. maddede de ufak değişiklikler yapılmıştır.[21]

‘’Madde 8 bis – Saldırı Suçu

“1. Bu Statü’nün amacı bakımından, “saldırı suçu”, bir devletin siyasi veya askerî fiillerini etkili biçimde kontrol edebilme veya yönetebilme konumunda bulunan bir kimse tarafından, karakteri, ağırlığı ve boyutu itibarıyla, BM Şartı’nı açıkça ihlal eden bir saldırı fiilinin planlanması, hazırlanması, başlatılması veya icra edilmesini ifade eder.

  1. 1’inci paragrafın amacı bakımından, “saldırı fiili”, bir devlet tarafından, başka bir devletin egemenliğine, toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karşı veya Birleşmiş Milletler Şartına aykırı olacak başka şekillerde silahlı kuvvet kullanılmasıdır. Aşağıdaki fiillerden her biri, savaş ilan edilmiş olup olmamasına bakılmaksızın, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 14 Aralık 1974 tarih ve 3314 (XXIX) sayılı kararına uygun şekilde bir saldırı fiili olarak nitelendirilecektir:
  2. Bir devletin silahlı kuvvetlerince, bir diğer devletin topraklarına yönelik olarak yapılan istila yahut taarruz veya ne kadar geçici olursa olsun, bu tür bir istila veya taarruzdan kaynaklanan herhangi bir askerî işgal veya kuvvet kullanarak başka bir devletin ülkesinin veya topraklarının bir bölümünün ilhakı;
  3. Bir devletin silahlı kuvvetleri tarafından başka bir devletin ülkesine karşı yapılan bombardıman veya bir devlet tarafından, diğer bir devletin ülkesine karşı herhangi bir silah kullanımı;
  4. Bir başka devletin silahlı kuvvetleri tarafından, bir devletin limanlarının veya kıyılarının abluka altına alınması;
  5. Bir devletin silahlı kuvvetleri tarafından, bir başka devletin kara, deniz veya hava kuvvetlerine veya deniz ve hava filolarına saldırılması;
  6. Kabul eden devletle yapılan bir anlaşma uyarınca o devletin ülkesinde bulunan bir devletin silahlı kuvvetlerinin, o anlaşmada belirtilen koşullara aykırı olarak kullanılması veya anlaşmanın sona ermesinden sonra da bu topraklardaki varlığını devam ettirmesi;
  7. Ülkesini başka bir devletin kullanımına tahsis eden bir devletin, ülkesinin o devlet tarafından, üçüncü bir devlete karşı gerçekleştirilecek bir saldırı fiilinde kullanılmasına izin vermesi;
  8. Bir başka devlete karşı yukarıda listelenen fiiller düzeyinde silahlı kuvvet fiilleri gerçekleştiren silahlı çetelerin, grupların, düzensiz birliklerinin veya paralı askerlerin bir devlet tarafından veya bir devlet adına gönderilmesi veya o devletin bunlara önemli ölçüde katılması.”

Ayrıca Taraf Devletler Kurulu’nun 14 Aralık 2017 tarihinde aldığı kararla UCM’nin saldırı suçu bakımından yargı yetkisinin, 17 Temmuz 2018 tarihinden itibaren uygulanacağı kararlaştırılmıştır.

SALDIRI SUÇUNUN UNSURLARI

A. Korunan Hukuki Değer

Her suçla birlikte korunmak istenen bir hukuki değer vardır. Suçla korunan hukuki değer “suçu öngören norm tarafından korunan ve suç tarafından ihlal edilen hukuki varlık veya menfaattir.’’[22] Uluslararası ceza hukukunda belirlenen suçlar ile birlikte uluslararası toplum açısından önem teşkil eden menfaatler koruma altına alınmıştır. Zira ulusal toplumların menfaatlerinin korunması ülkelerin ulusal ceza hukuklarının sorunu olarak görülmektedir. Bu nedenle korunan hukuki değerin tespiti önemlidir.[23]

Saldırı suçu kapsamında korunan hukuki değerler devlet egemenliği, devlet ülkesinin bütünlüğü, devletin siyasi bağımsızlığı ve uluslararası kamu düzeni olarak ifade edilebilir. Uluslararası toplumu oluşturan bireyler insan onuruna yaraşır bir şekilde temel hak ve özgürlüklerinin sağlandığı bir yaşam sürme hakkına sahiptir. Saldırı suçu sonrasında meydana gelen netice çoğunlukla karmaşa ve çatışma halidir. Meydana gelen karmaşa ve çatışma neticesi insanlığa olduğu gibi insanlığın ortak kültürel miraslarına, insan dışındaki canlılara ve çevreye de zarar vereceğinden bu unsurların korunması da suçla korunan hukuki değer kapsamında değerlendirilebilecektir.[24]

 

B. Maddi Unsurlar

1.Fail

Saldırı suçunun belirleyici unsurlarından biri faillik unsurudur. Saldırı suçu sadece liderler tarafından işlenebileceğinden bahisle ‘’liderlik suçu’’ olarak kabul görmektedir. Lider kişi kapsamında “…devletin askeri ve siyasi fiillerini etkili biçimde kontrol veya icra edebilme konumunda bulunan bir kimse tarafından…’’ işlenebileceği belirtilmektedir. Bu durumu Nüremberg yargılamalarında ABD Başsavcısı Robert H. Jackson “burada yalnızca bu korkunç savaşın planlayıcıları, düzenleyicileri, azmettiricileri ve liderlerini -onlar ki dünyanın şiddete ve kanunsuzluğa bu kadar uzun zamandır gömülmesinin nedenidirler- suçlama amacı güdülmektedir’’ şeklinde açıklamıştır.[25]

Nüremberg yargılamaları sonrasındaki bazı davalarda da hükümetle yakın ilişkiler kurmuş sanayiciler sanık olarak yargılanmıştır. Bu kapsamda Farben[26] ve Krupp[27] davalarındaki beraat kararları doktrinde iki farklı şekilde yorumlanmıştır. Bir görüş, saldırı suçunun ancak devlet adına karar verme yetkisi bulunan liderlerce işlenebilecek bir suç olması sebebiyle özel kişilerce işlenemeyeceğini ifade etmiştir. Diğer bir görüş ise verilen beraat kararlarının gerekçesinin sanıkların özel kişi olmalarından dolayı değil, savaşın saldırgan niteliğini bilmemeleri ve politik düzeyde savaşın planlanması, hazırlanması, başlatılması veya sürdürülmesi aşamalarına katılmamış olmalarından dolayı olduğunu ifade etmektedir.[28]

Roma Statüsü’nün 25. maddesinin 3bis fıkrası ‘’Saldırganlık suçu bakımından bu madde hükümleri yalnızca siyasi veya askeri faaliyetleri etkili bir şekilde kontrol edebilecek veya yönlendirebilecek konumda olan kişiler için uygulanır.’’ uyarınca sadece belirli kişilerin bu suçu işleyebileceği açıkça belirtilmiştir. Ancak son yıllarda sıklıkla meydana gelen terör olaylarının yarattığı güvenlik kaygılarının meydana getirdiği endişelerle birlikte devlet dışı liderlerin (Hizbullah vb. örgüt yöneticilerinin) saldırı teşkil eden fiillerinin de bu kapsamada değerlendirilebileceği tartışılmışsa da kanaatimizce devlet dışı liderler Roma Statüsü’nün 25/3bis maddesi kapsamına girmemektedir.

2. Konu, Mağdur, Suçtan Zarar Gören

Suç teşkil eden fiilin üzerinde gerçekleştiği şey suçun konusunu oluşturur. Saldırı suçunun konusu saldırıya maruz kalan devlettir. Suçun mağduru ise suçun konusunun ait olduğu kişidir. Her suçun faili olduğu gibi mağduru da bulunmaktadır. Doktrinde hakim olan görüşe göre tüzel kişiler fail ve mağdur olamazlar. Ancak suçtan zarar gören kapsamında değerlendirilebilirler.[29] Bu açıklamalar ışığında saldırı suçunun insanlığın barış ve güvenliğine karşı gerçekleştirildiğinden bahisle mağdurunun da ‘’uluslararası toplum’’ olduğu ifade edilebilir.[30]

3. Fiil

Roma Statüsü’nün 8 bis maddesinde saldırı suçunun, saldırı fiilinin planlanması, hazırlanması, başlatılması veya yürütülmesi şeklindeki seçimlik hareketlerle işlenebileceği belirtilmiştir. Planlama fiili saldırı suçu teşkil eden fiilin bir veya daha fazla kişi tarafından hazırlık ve uygulama aşamalarının tasarlanmasıdır. Nüremberg Uluslararası Askeri Mahkemesi, saldırı planını ele alırken Hitler’in gelecekte gerçekleştireceği saldırı planlarını ve saldırgan politikasıyla elde ettiği gelişmeleri değerlendirdiği toplantılara özel önem göstermiş ve sanıkların bu toplantıların herhangi birine katılıp katılmadığını ceza sorumluluklarını belirlerken dikkate almıştır.

Hazırlanma fiili, suçun işlenebilmesi adına gerekli araçların hazırlanması sürecidir. Saldırı suçu açısından bir devletin saldırıya hazırlanması kapsamına saldırı fiillerine başlayabilmek adına yapılan her türlü askeri, ekonomik ve mali kabiliyeti arttıran faaliyetler dahil edilebilir. Saldırı amacıyla yapılan politik faaliyetlerin de bu kapsama girebileceğini söyleyebiliriz.

Saldırının başlatılması fiili, saldırının gerçekleştirilmesi için alınacak stratejik kararı işaret etmektedir. Nüremberg Uluslararası Askeri Mahkemesi saldırı savaşını başlatmayı ‘’en büyük uluslararası suç’’ ilan etmiştir. Nitekim yargılamalarda saldırı savaşı kararını veren Hitler’i tek sorumlu göstermek adına söz konusu suçlamalardan dolayı kimse kovuşturulmamıştır.

Saldırı suçunun yönetilmesi veya icra edilmesi fiili ise saldırı fiilinin başlatılması kararı alındıktan sonra bir bölgenin işgali veya işgal edilen bölgenin ilhakı gibi faaliyetlerin gerçekleştirilmesini içermektedir. Failin bahsedilen 4 seçimlik hareket dışındaki saldırı niteliğindeki bir hareketi gerçekleştirmesi saldırı suçu kapsamında değerlendirilmeyecektir.[31]

4. Netice

Ceza hukuku açısından netice, failin gerçekleştirdiği fiil ile suçun kanuni tanımında belirtilen değişikliğin dış dünyada meydana gelmesi durumudur.[32] Saldırı fiilinin bir devletin toprak bütünlüğüne veya egemenliğine yönelik olduğu varsayıldığında, saldırı fiilinin netice unsurundan söz edebilmek için yeterli ağırlıkta ve yoğunlukta bir silahlı kuvvet kullanmanın varlığı söz konusu iken; saldırı fiilinin gerçekleşmesi için büyük yıkımlar veya ölümlerin meydana gelmesi zorunlu değildir. Nüremberg Uluslararası Askeri Mahkemesi’nde alınan kararlarda vurgulandığı üzere herhangi bir çatışma olmaksızın bir ülkenin topraklarını kısmen veya tamamen işgal etmesi de saldırı fiili olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla mahkeme, hukuka aykırı kuvvet kullanmanın karakterine, şiddetine ve boyutuna bakarak saldırı fiilinin gerçekleşip gerçekleşmediğine karar verecektir.[33]

Failler açısından saldırı suçunun oluşabilmesi için saldırı fiilinin gerçekleşmesi gerekmektedir. Saldırı fiiline hazırlık hareketleri; saldırı fiilinin boyutu, ağırlığı ve karakteri itibarıyla BM Şartı’nı açıkça ihlal edecek derecede değilse suç oluşmayacaktır. Bu konuda Joachim Gewehr, uluslararası ceza hukuku alanında saldırı fiili gerçekleşmeksizin planlama, hazırlanma gibi hazırlık hareketlerinin suç teşkil etmesi durumunda, bu durumun bir devletin iç işlerine karışılması anlamına geleceğini belirtmiştir. Bu nedenle saldırı fiilinin planlanması, hazırlanması veya başlatılması hareketlerinin kapsamı açısından bir sınırlama getirilmesi gerektiğini ifade etmiştir.[34]

C. Manevi Unsur

Roma Statüsü’nün 30. maddesi uyarınca UCM’nin yargı yetkisine giren bir suçun maddi unsurlarını kasten işlemesi halinde cezai sorumluluğun bulunduğu açıkça ifade edilmiştir.[35] Bu sebeple saldırı suçunun kasten işlenebilen bir suç olduğu ifade edilebilir.

Fail saldırı suçu kapsamında saldırı fiilini planlama, hazırlama, başlatma veya yürütme amacıyla hareket etmelidir. Ayrıca maddede belirtilen şekilde “karakteri, ağırlığı ve ölçüsü ile Birleşmiş Milletler Şartı’nın açık bir ihlalini teşkil eden’’ saldırı fiili açısından, bu hususların ihlal edildiği somut koşulları bilmeyen fail cezalandırılamayacaktır.[36]

D. Hukuka Aykırılık Unsuru

Fiilin hukuk düzeniyle çatışma içinde olması hukuka aykırılık olarak ifade edilmektedir. Suçun unsuru olarak hukuka aykırılık, failin işlediği veya işlemek istediği fiile hukuk düzeni tarafından izin verilmemesi, fiilin hukuk düzeni ile çatışma halinde bulunmasını anlamına gelir. Bu kapsamda failin işlediği fiilin hukuka uygun olup olmadığı araştırılır. Araştırma neticesinde bir hukuka uygunluk nedeni bulunmazsa fiil suç teşkil eder. Ancak bir hukuka uygunluk nedeni mevcutsa bu durumda söz konusu fiil suç teşkil etmeyecek ve meydana geldiği andan itibaren hukuka uygun hale gelecektir.[37]

Roma Statüsü’nün 31. maddesi hukuka uygunluk nedenleri ve kusurluluğu kaldıran nedenleri birlikte düzenlemiştir.

“Madde 31- Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenler

  1. Bu Statüde yer alan cezai sorumluluk dışında tutulmaya ilişkin diğer esaslara ek olarak; fiili işlediği sırada aşağıdaki durumların varlığı halinde bir şahsın ceza sorumluluğu yoktur:

 (a) Gerçekleştirdiği fiilin yapısını ve kanunsuzluğunu idrak yeteneğini veya fiilinin kanunun gereklerine uygun olup olmadığını kontrol yeteneğini ortadan kaldıracak bir akıl hastalığı ya da kusuru olması halinde;

 (b) Sonucunda Mahkeme’nin yargı yetkisine giren bir suçu oluşturan eylemi gerçekleştirmesine yol açacağını bilerek ya da riskini göz ardı ederek, sarhoşluk ya da uyuşturucu madde etkisi altına kendi isteğiyle girme halleri dışında; yaptığı eylemin yapısını ve kanunsuzluğunu takdir yeteneğini veya eyleminin kanunun gereklerine uygun olup olmadığını fark etme yeteneğini ortadan kaldıracak şekilde sarhoş olması ya da bir başka maddenin etkisinde olması halinde;

(c) Kendisine ve başka bir şahsa veya eşyaya karşı yönelmiş bir tehlike ile orantılı bir şekilde; yakın ve kanunsuz bir kuvvet kullanımına karşı kendini veya başkasını ya da savaş suçlarında hayati öneme haiz eşyayı veya askeri bir görevin yerine getirilmesinde önemli olan bir eşyayı savunmak için makul hareket etmesi halinde. Askeri kuvvetler tarafından gerçekleştirilen savunma amaçlı bir harekata katılım, bu alt paragrafa göre cezai sorumluluğu kaldırmak için başlı başına bir neden oluşturmaz.

(d) Mahkeme’nin yargı yetkisine giren suçu oluşturduğu iddia edilen fiilin, kendisine veya başka bir şahsa karşı yakın ölüm veya sürekli veya yakın fiziksel zarar tehdidi kaynaklı bir baskı sonucu meydana gelmesi ve önlenmesi gereken zarardan daha fazlasına yol açmayı kastetmemiş olmak koşuluyla, bu tehdidi önlemek için, şahsın gereği kadar ve makul ölçüde davranması halinde. Böyle bir tehdit:

(i) Başka şahıslar tarafından yapılmış;

(ii) O şahsın kontrolü dışındaki şart tarafından gerçekleşmiş olabilir.

  1. Mahkeme, önüne gelen davada, bu Statü’de öngörülen cezai sorumluluğu ortadan kaldıran esasların uygulanabilir olup olmadığını tespit eder.
  2. Yargılama sırasında, Mahkeme, 1. paragrafta bahis konusu cezai sorumluluğu ortadan kaldıran ve 21. maddede belirtilen uygulanacak hukuktan kaynaklananlar dışındaki esasları dikkate alabilir. Böyle bir esası dikkate almak konusundaki işlemler Usul ve Delil Kurallarında belirtilir.’’
  3. maddenin 3. fıkrası hükmüyle UCM’nin yargılama sırasında 1. Fıkrada belirtilen hallerin dışında 21. maddede değinilen uygulanabilir hukuk kapsamında bir hukuka uygunluk nedeni ortaya çıkarsa bunu değerlendirebileceği ifade edilmiştir. Bu durumda mahkeme öncelikle suçların unsurlarını ve usul delil kurallarını, sonrasında uygun olması halinde geçerli antlaşmaları ve uluslararası silahlı çatışma hukukunun ilkeleriyle beraber uluslararası hukukun ilke ve kurallarını uygulayacaktır. Tüm bu kuralların uygulanamaması halinde Roma Statüsü ve uluslararası düzeyde kabul görmüş standartlarla uyumlu olmaları koşuluyla UCM’nin uygun gördüğü ölçüde suç üzerinde yargılama yetkisi olan devletlerin ulusal mevzuatları dahil olmak üzere dünyadaki hukuk sistemlerinden faydalanmak suretiyle oluşturduğu genel hukuk ilkeleri uygulanabilecektir.[38] Kanaatimizce 3. fıkra hükmü hukuka uygunluk nedenlerinin kapsamını genişletebileceğinden ve bu nedenle politik duruma göre farklı uygulamalara yol açabileceğinden kanunilik ilkesi açısından sorun teşkil etmektedir.

E. Kusurluluk

Cezai sorumluluk açısından fail işlediği fiiller sebebiyle kınanabilir olmalıdır. Failin fiilinin suçun maddi ve manevi unsurlarını oluşturduğu ve hukuka uygunluk nedeni bulunmadığı durumda fiilin suç teşkil ettiği söylenebilir. Ancak suç teşkil eden fiilden failin cezalandırılabilmesi için kusur yeteneğiyle birlikte kusurunun da bulunması gerekmektedir.[39] Hukuka aykırılık bölümünde de belirttiğimiz üzere Roma Statüsü’nün 31. maddesinde kusurluluğu kaldıran birtakım nedenler düzenlenmiştir. Bunlar akıl hastalığı (31/1-a), alkol ve uyuşturucu madde etkisi altında olma (31/1-b) ve zorunluluk hali (31/1-d)’dir.

Bunlara ek olarak statünün 32. maddesinde “hata’’ ve 33. maddesinde “amirin emri’’ hususları düzenlenmiştir.

Madde 32- Fiilde veya kuralda hata

  1. Fiilde hata, ancak suçun manevi unsurunu ortadan kaldırdığında cezai sorumluluğu kaldırır.
  2. Belli bir fiilin Mahkeme’nin yargı yetkisine giren bir suç olup olmadığı konusundaki hatası, cezai sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Ancak kuralda hata, suçun varlığı için gerekli manevi unsuru ortadan kaldırdığında veya 33. maddede öngörülen koşulda cezai sorumluluğu kaldırabilir.

        Madde 33- Üst makam emirleri ve kanunun tanımı

  1. Mahkeme’nin yargı yetkisine giren bir suçun, bir hükümet veya askeri veya sivil bir üst makam emrine uyan bir şahıs tarafından işlenmiş olması, aşağıdaki haller dışında, şahsı cezai sorumluluktan kurtaramaz:

(a) Şahsın hükümet veya söz konusu üst makamın emirlerine uyması kanuni bir zorunluluk ise;

(b) Şahsın emrin kanunsuz olduğunu bilmemesi halinde; ve

(c) Emrin açıkça kanunsuz olmaması halinde.

  1. Bu maddenin amaçları bakımından, soykırım veya insanlığa karşı suç işlenmesine yönelik emirler açıkça kanunsuzdur.’’

Saldırı suçu kasten işlenebildiğinden fiili hatanın ‘’kastı kaldıran hata’’ olması gerekmektedir. Bu durumda fail yanılmamış olsaydı fiili suç teşkil etmeyecekti denilebiliyorsa, fail sorumlu tutulamayacaktır. Saldırı suçu kasten işlenebildiğinden fiili hatanın esaslı bir hata olması gerekmektedir. Bu kapsamda maddi unsurlarda veya hukuka aykırılık unsurunda esaslı bir hataya düşen kişinin kastı ortadan kalkacağından, cezai sorumluluğu da ortadan kalkar.[40]

Amirin emrini ifa açısından Roma Statüsü’nde sınırlı sorumluluk yaklaşımı benimsenmiştir. Bu kapsamda emri ifa eden ast yalnızca verilen emrin hukuka aykırılığını görevi gereği bilmesi gereken veya bildiği durumlarda ya da emir açıkça hukuka aykırı ise amiri ile birlikte cezai olarak sorumlu tutulabilecektir.[41]

F. Suçun Özel Görünüş Biçimleri

  1. Teşebbüs

Saldırı suçu açısından teşebbüsün mümkün olmadığı ifade edilebilir. Zira suçun tanımında yer alan “planlama, hazırlanma’’ gibi fiiller tipikliğin bir unsurudur. Bu nedenle saldırı fiilinin statüdeki tanımı teşebbüse ilişkin eylemleri de ihtiva ettiğinden saldırı suçuna teşebbüs mümkün olmayacaktır.

  1. İştirak

Saldırı fiili gibi geniş kapsamlı bir fiilinin hazırlanması ve uygulamasının tek başına yapılaması çoğunlukla mümkün değildir. Bir liderin saldırı fiilinin başlatılmasına nasıl teşvik edeceği, suçu işleyen kişinin lider kategorisine girip girmeyeceği, saldırı fiilinin planlanmasında ve başlatılmasında hangi araçların gerekliliği gibi sorunların çözümü, Gözden Geçirme Konferansında madde 25 (3) hükmünün saldırı suçu için uygulanması öngörüldüğünden, UCM’ye bırakılmıştır. Bu kapsamda saldırı fiiline her şekilde iştirak teorik olarak mümkündür.

  1. İçtima

Roma Statüsü’nde suçlar veya cezalarla ilgili içtimaya ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır.[42] Nüremberg Uluslararası Askeri Mahkemesi içtihatlarında saldırı suçu “suçların suçu’’ olarak ifade edilmiştir. Nitekim saldırı fiilinin gerçekleştirilmesiyle birlikte uluslararası toplumu ilgilendiren soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçlarının oluşumu için uygun ortam oluşmaktadır. Saldırı suçuyla birlikte Roma Statüsü kapsamında olan diğer suçların işlenmesi durumunda bu konudaki değerlendirme UCM yargıçlarında olacaktır. Örneğin bir devlet başkanı tarafından başka bir devlete ait yerleşim yerlerine saldırılması emri verilmesi ve saldırının gerçekleşmesi sonucunda saldırı suçu oluşmuş olacaktır. Bahsi geçen devlet başkanının saldırı emrinin yanında, saldırı sırasında savunmasız sivillerin öldürülmesi, işkence edilmesi gibi emirler vermesi ve neticenin gerçekleşmesi durumunda bu emirler statü kapsamında savaş suçu olarak değerlendirilebileceğinden emri veren devlet başkanı söz konusu fiilleri nedeniyle saldırı suçu ile birlikte savaş suçundan dolayı da cezalandırılabilecektir.[43]

 

SONUÇ

Uluslararası ceza hukuku kapsamında savaş hakkındaki düzenlemeler büyük ölçüde haklı savaş doktriniyle birlikte ortaya çıkmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonucunda meydana gelen büyük yıkım nedeniyle Kellog-Briand Paktı ve Lokarno Antlaşması gibi belgeler savaşa başvurmayı yasaklamış olsa da İkinci Dünya Savaşı’na engel olamamıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan yıkımın daha da büyük olması sebebiyle savaşta galip gelen devletler kurdukları Nüremberg ve Uzak Doğu Uluslararası Askeri Mahkemeleri ile savaş suçlusu olarak gördükleri kişileri yargılamışlardır. Bu mahkemelerin yargı yetkisi kapsamında yer alan “barışa karşı suçlar’’ günümüzdeki saldırı suçunun öncülü niteliğindedir. Ayrıca BM Şartı ile “BM kararları uyarınca silahlı kuvvet kullanılması’’ ve “meşru savunma’’ hakkı dışında kuvvet kullanılması yasaklanmıştır.

Nihai olarak saldırı suçunun tanımı 2010 yılında Uganda’nın başkenti Kampala şehrinde düzenlenen UCM Birinci Gözden Geçirme Toplantısı’nda 6 sayılı karar ile yapılmıştır. UCM’nin saldırı suçu bakımından yargı yetkisi 17 Temmuz 2018 tarihinden itibaren icra edilebilir hale gelmiştir.

Saldırı suçu ile korunan hukuki değerler devlet egemenliği, devlet ülkesinin bütünlüğü, devletin siyasi bağımsızlığı ve uluslararası kamu düzeni olarak ifade edilebilir. Devletin askeri ve siyasi fiillerini etkili biçimde kontrol veya icra edebilme konumunda bulunan bir kimse tarafından Roma Statüsü’nün 8 bis maddesinde yer alan seçimlik hareketli eylemlerin gerçekleştirilmesi ile suçun fiil unsuru oluşur. Konu saldırıya maruz kalan devlettir. Mağdur ise uluslararası toplumdur. Tüzel kişiler fail veya mağdur olamayacaklarından dolayı devletler ancak suçtan zarar gören sıfatına haiz olabilirler. Kasten işlenebilen bir suç olup kusurluluğu kaldıran nedenler ve hukuka uygunluk nedenleri statüde ayrıca belirtilmiştir. Suçla ilgili bir diğer önemli husus ise suça teşebbüsün mümkün olmamasıdır. Zira planlama ve hazırlanma gibi teşebbüs hareketleri de madde metninde yer almakta ve suça dair tipikliğin bir unsurunu oluşturmaktadır.

 

 

KAYNAKÇA

 

Acer, Yücel                                   :    Uluslararası Hukukta Saldırı Suçu, 1.Baskı, Roma Yayınları, Ankara, 2004.

 

Aksoy, Merve                               :    “Önleyici Meşru Müdafaa Hakkı Bağlamında Bush Doktrini ve ABD’nin Irak’ı İşgali”, İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi, Ocak 2008.

 

Albal, Eymir                                 :    “Uluslararası Hukukta Saldırı Suçu” (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018

 

Emir, Nergiz                                 :    “Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Yargı Yetkisi Bakımından Saldırı Suçu”, Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.1 S.2, 2015.

 

Ereker, Fulya A.                           :     “İlkçağlardan Günümüze Haklı Savaş Kavramı’’, Uluslararası İlişkiler Dergisi, C.1, S.3, 2004.

 

Koca, Mahmut/Üzülmez, İlhan    :    Türk ceza hukuku genel hükümler 7. Baskı Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2014.

 

Mavuş, Ali                                         :    Uluslararası Ceza Mahkemesinin Yargı Yetkisine Giren Bir Suç Olarak Uluslararası Ceza Hukukunda Saldırı Suçu, Yüksek Lisans Tezi,

Harp Akademileri Stratejik Araştırmalar Enstitüsü, İstanbul, 2015.

Mavuş, Ali/Değirmenci, Olgun    :    Uluslararası Ceza Hukukunda Saldırı Suçu, 1.Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2016.

 

Toroslu, Nevzat/Toroslu, Haluk  :    Ceza Hukuku Genel Kısım, 21. Baskı, Savaş Yayınevi, Ankara, 2015

 

Yılmaz, Esat Mahmut                    :    Uluslararası Hukukta Saldırı Suçu, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2011.

 

DİPNOTLAR

[1] Bkz. Fulya A. Ereker, ‘’İlkçağlardan Günümüze Haklı Savaş Kavramı’’, Uluslararası İlişkiler Dergisi, C.1, S.3, 2004, s. 1-36.

[2] Ali Mavuş/Olgun Değirmenci, Uluslararası Ceza Hukukunda Saldırı Suçu, 1.bs., Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2016, s.16.

[3] Yücel Acer, Uluslararası Hukukta Saldırı Suçu, 1.Baskı, Roma Yayınları, Ankara, 2004, s. 4-5.

[4] Ali Mavuş/Olgun Değirmenci, s.18.

[5]Bkz.: https://asp.icc-cpi.int/sites/asp/files/asp_docs/Resolutions/ASP16/ICC-ASP-16-Res5-ENG.pdf (Erişim T.: 20.12.2024)

[6] Nergiz Emir, “Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Yargı Yetkisi Bakımından Saldırı Suçu”, Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.1 S.2, 2015, s.189.

[7] Acer, s. 47.

[8] Esat Mahmut Yılmaz, Uluslararası Hukukta Saldırı Suçu, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2011, s. 11.

[9] Ali Mavuş/Olgun Değirmenci, s.21.

[10] Ali Mavuş/Olgun Değirmenci, s.22.

[11] Acer, s. 48.

[12] Ali Mavuş/Olgun Değirmenci, s.22.

[13] Ali Mavuş/Olgun Değirmenci, s.24.

[14] Acer, s. 55.

[15] Ali Mavuş/Olgun Değirmenci, s.36.

[16] ‘’Uluslararası teamül hukuku, önleyici meşru müdafaanın tehdidin oldukça büyük olup, bu saldırının olacağından kesinlikle emin olunduğu durumlarda izin verilen bir hak olduğunu belirtmiştir. 11 Eylül 2001 ABD’ye yapılan saldırıdan sonra ABD ulusal güvenlik stratejisinin yayınlamış olduğu bildirgeye göre önleyici meşru müdafaa, ortada acil ve tanımlanacak bir tehdit olmaması halinde bile kendisine düşmanından önce saldırmanın bir hak olduğu şeklinde tanımlanmıştır. Bkz: Merve Aksoy, “Önleyici Meşru Müdafaa Hakkı Bağlamında Bush Doktrini ve ABD’nin Irak’ı İşgali”, İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi, Ocak 2008, s. 2.’’

[17] Acer, s.59.

[18] Acer, s. 127.

[19] Yılmaz, Uluslararası Hukukta Saldırı Suçu, s. 120.

[20] Bkz.: https://inhak.adalet.gov.tr/Resimler/Dokuman/2312020095336bm_31.pdf (Erişim T.: 23.12.2024)

[21] Ali Mavuş, ‘’Uluslararası Ceza Mahkemesinin Yargı Yetkisine Giren Bir Suç Olarak Uluslararası Ceza Hukukunda Saldırı Suçu’’, Yüksek Lisans Tezi, Harp Akademileri Stratejik Araştırmalar Enstitüsü, İstanbul 2015.

[22] Nevzat Toroslu/Haluk Toroslu, Ceza Hukuku Genel Kısım, 21. bs., Savaş Yayınevi, Ankara, 2015, s.102.

[23] Ali Mavuş/Olgun Değirmenci, s.149-150.

[24] Ali Mavuş/Olgun Değirmenci, s.150.

[25] Eymir Albal, “Uluslararası Hukukta Saldırı Suçu” (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018, s.105-106.

[26] ‘’I.G. Farben şirketinin üst düzey 24 yöneticisine saldırı savaşlarının planlanması hazırlanması başlatılması ve yürütülmesi ve barışa karşı suç işlemek amacıyla bir genel plan veya komploya katılma suçlamaları yöneltilmiştir. Yargıç Herbert, Farben şirketinin sentetik kauçuk, benzin, hafif metaller, patlayıcılar ve kimyasal silahlar ürettiği ve bu maddeler olmaksızın politikacıların saldırı savaşlarını yürütmeyi düşünemeyeceğini belirtmiştir. Mahkeme sanıkların ne yüksek rütbeli sivil hükümet yetkilisi ne de yüksek rütbeli subaylar olduklarını ve bu kişilerin iştiraklerinin lider konumunda değil, takip eden (follower) konumunda olduğunu belirtmiştir. Saldırı politikasına iştirak için düşük bir seviye belirlenmesi durumunda Alman halkı içindeki masum insanlar ile gerçek suçlular arasındaki sınırı çizmenin güçleşeceğine karar verilmiştir. Davada, sanıkların hepsinin beraatine hükmedilmiştir. Mahkeme, sanayicilerin saldırı suçundan ötürü asla sorumlu tutulamayacağı gibi bir hükümde bulunmamış, Farben sanıklarının Nazi politikalarının oluşumuna ve uygulanmasına iştirak etmediklerinden ötürü beraatlerine karar verilmiştir. Keza Birleşik Devletler Mahkemesi, Uluslararası Askeri Mahkemenin bir plan veya komploya iştirak etme veya bir saldırı savaşının planlanması ve yürütülmesi ile ilgili herhangi bir sanığın suçlu bulunmasında oldukça dikkatli davrandığını (yüksek bir standart belirlediğini) vurgulamış, bu kapsamda barışa karşı suçtan ötürü gerçek bir kişinin suçlu bulunabilmesi için bu kişinin savaşın saldırgan niteliğini bilmesi gerektiği ve aktif iştirakinin de kesin olarak kanıtlanması gerektiğine karar verilmiştir.’’ Ali Mavuş/Olgun Değirmenci, s.156.

[27] ‘’Krupp davasında Almanya’nın en önde gelen silah yapımcısı Krupp firmasının 12 üst düzey yöneticisi yargılanmıştır. Birleşik Devletler Askeri Mahkemesi sanayicilerin barışa karşı suçlardan ötürü suçlu bulunabileceğini; fakat mevcut davada iddia makamının ispat için gereken unsurları yerine getirmediğini belirtmiştir. Birleşik Devletler Mahkemesi, Uluslararası Askeri Mahkemenin vermiş olduğu, bir kişiyi barışa karşı suçlardan dolayı suçlu bulabilmesi için kişinin saldırı savaşları veya istilaların planlarından en az biri hakkında gerçek bilgiye sahip olduğunun kanıtlanması gerektiği görüşüne atıfta bulunmuştur. Ekonomi bakanı Hjalmar Schacht ve silahlanma bakanı Albert Speer’in suçlu bulunmamasını göz önüne alan mahkeme, Krupp davası sanıklarının da suçlu olmayacaklarına hükmetmiştir.’’ Ali Mavuş/Olgun Değirmenci, s.157.

[28] Eymir Albal, s.106.

[29] Mahmut Koca/İlhan Üzülmez Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler 7. bs., Seçkin Yayıncılık, 2014, s.107-108.

[30] Ali Mavuş/Olgun Değirmenci, s. 158.

[31] Ali Mavuş/Olgun Değirmenci, s.163-164.

[32] Mahmut Koca/İlhan Üzülmez, s.119

[33] Esat Mahmut Yılmaz, Uluslararası Hukukta Saldırı Suçu, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü, Ankara, 2011.

[34] Ali Mavuş/Olgun Değirmenci, s.165.

[35] Roma Statüsü Madde 30: ‘’ 1. Aksi belirtilmedikçe, bir şahsın, Mahkeme’nin yargı yetkisine giren bir suçun maddi unsurlarını kasten ve bilerek işlemesi halinde ceza sorumluluğu vardır ve cezalandırılabilir.

  1. Bu maddenin amaçları bakımından, bir şahsın aşağıdaki durumlarda kastı vardır:

(a) Davranışla ilgili olarak davranışta bulunmayı istemesi;

(b) Sonuçla ile ilgili olarak, şahsın o sonuca sebep olmayı amaçlaması veya davranışının olağan etkisiyle sonucun gerçekleşeceğinin farkında olması.

  1. Bu maddenin amacına uygun olarak “bilmek”, davranışın olağan sonucu olarak bir durumun varlığının veya olayların olağan seyrine göre bir sonuç doğuracağının farkında olunması demektir. “Bilmek” ve “bilerek” kavramları buna göre yorumlanır.’’ Roma Statüsü İngilizce tam metin: https://www.icc-cpi.int/sites/default/files/2024-05/Rome-Statute-eng.pdf Erişim T.: 10.01.2025.

[36] Eymir Albal, s.110.

[37] Mahmut Koca/İlhan Üzülmez, s.249.

[38] Ali Mavuş/Olgun Değirmenci, s.172

[39] Mahmut Koca/İlhan Üzülmez, s.288.

[40] Ali Mavuş/Olgun Değirmenci, s.183.

[41] Ali Mavuş/Olgun Değirmenci, s.180.

[42] Esat Mahmut Yılmaz, s.352.

[43] Ali Mavuş/Olgun Değirmenci, s.191.

By admin

Bir yanıt yazın