GİRİŞ

İnsanı konu alan genetik araştırmaların asıl amacı yaşam kalitesi ve süresinin artırılmasıdır. İnsan genetiğinin incelenmesi çeşitli amaçlarla tarih boyunca yapılmıştır. Günümüzde de genetik araştırmalar değişik amaçlarla birçok alanda yapılmaktadır.[1] Bunlar başlıca ceza yargılamasında failin ve mağdurun tespiti, kaybolan ya da doğal afet ve kaza vb. gibi durumlarda vefat eden kişilerin kimlik tespitinin sağlanması, kişiler arasındaki annelik, babalık bağının ve diğer akrabalık bağlarının tespiti, kişinin etnik kökeninin belirlenmesi, hastalıkların kaynağının ve nedenlerinin tespiti, hastalıklar için yeni ve etkili tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi ve insan sağlığına dair potansiyel risklerin tespiti olarak belirtilebilir.[2]

DNA incelemeleri, genel olarak yukarıda saydığımız amaçlarla gerçekleştirilen tıbbi uygulamaları içerir. Ancak bu uygulamalar da kendi içlerinde bir takım riskler barındırmaktadır. Bu risklerden ilki DNA’ya yönelik yapılan incelemeler sonucu elde edilen verilerin gizliliğinin sağlanmasıdır. Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun 6/1. maddesinde, genetik veriler ‘’özel nitelikli kişisel veri’’ olarak kabul edilmektedir. Bu kapsamda da bu verilerin kaydedilmesi de ancak KVKK’nin 6/3. maddesinde öngörülen şartların sağlanması durumunda mümkündür.

Dünyada elde edilen verilerin depolanması hususunda DNA veri tabanı adı verilen uygulamalar mevcuttur. İngiltere, Almanya, ABD, Kanada gibi ülkeler adli, sosyobilimsel ve tıbbi alanlarda kullanmak üzere çeşitli DNA veri tabanları oluşturmakta ve bu veri tabanları ile elde edilen bilgiler ışığında mevcut sorunlara çözüm aranmaktadır. Bu durum bir çok tartışmayı da beraberinde getirmektedir. Ülkemiz açısından DNA veri tabanı oluşturulmasına yönelik birçok kanun tasarısı sunulmuş ancak yasal olarak henüz bir DNA veri tabanı düzenlemesi bulunmamaktadır.

Söz konusu gizliliğin neden bu kadar önemli olduğuna değinmek adına iki örnek vermek gerekirse ilk olarak genetik olarak kansere yatkın genlere sahip bir insanın DNA incelemesi verilerine ulaşan sigorta şirketlerinin sigorta yapmaktan kaçınmasını örnek verebiliriz. Yine genetik olarak hastalıklara yatkın birisinin DNA incelemesi verilerine ulaşan işverence işe alınmaması da bu duruma örnek gösterilebilir. Bu gibi durumların toplumsal yaşamı olumsuz etkileyeceği açıktır.

Daha da vahim olan bir başka risk kamuoyunda klonlama olarak bilinen durumdur. 1997 yılında ilk defa Dolly adı verilen bir koyunun kopyalanması ile birlikte, bu tıbbi uygulama ahlaki, etik ve dini gerekçelerle tartışılmaya başlanmıştır. DNA incelemesi sonucu elde edilen verilerin klonlama işleminde kullanılması olasılığını düşünecek olursak oldukça vahim sonuçların ortaya çıkabileceği açıktır. Bilimsel olarak insanın klonlanması mümkün ise de günümüzde insan kopyalamayla ilgili tıbbi uygulama yasaktır.[3] 1997 tarihli ‘’Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi’’ ve bu sözleşmeye Ek 1998 tarihli protokol gereğince insan kopyalanması yasaklanmıştır.[4]

Türkiye açısından söz konusu sözleşme 03.12.2003 tarihinde 5013 numaralı kanun ile 1 çekince konularak[5] uygun bulunmuş ve 20 Nisan 2004’te yürürlüğe girmiştir. 12 Ocak 1998 tarihinde imzalanan sözleşmenin ek protokolünü ise 2017 yılında 7009 sayılı kanun ile onaylanmasını uygun bulmuş ve ek protokol 03.04.2017’de yürürlüğe girmiştir.

Ancak yine de DNA incelemesi sonucu elde edilen verilerin kötüye kullanılması mümkün olduğu için DNA veri tabanı uygulamasına yönelik eleştiriler de devam etmektedir. Tüm bu esaslar ışığında çalışmamızda DNA’nın ve DNA incelemesinin tanımı ve tarihi ile birlikte incelenmesindeki kriterler ele alınacak hukuk ve ceza yargılamasındaki etkileri tartışılacaktır.

 

DNA’NIN TANIMI, İNCELENMESİ, TARİHİ VE ÖNEMİ

Deoksiribonükleik asit ya da kısaca DNA, organizmaların ve bir takım virüslerin varlıklarını devam ettirebilmeleri adına gerekli olan genetik materyalleri taşıyan bir nükleik asittir. DNA, hücrelerde kromozom adı verilen yapıların içinde yer almaktadır. Hücre bölünmesi öncesinde kromozomların eşlenmesi ve DNA replikasyonu (ikileşmesi) gerçekleşir. DNA molekülü tüm canlı hücrelerde mevcuttur ve temelde aynı nükleotit yapıdan oluşur. Nükleotit, bir nükleik baz, beş karbonlu şeker ve en az bir adet fosfat grubu içeren organik bir moleküldür. Nükleotitlere ismini veren taşıdığı bazdır. Bu bazlar pürin ve primidin olarak ikiye ayrılır. Pürinler adenin (A) ve timin (T); primidinler guanin (G), sitozin (C) ve urasil (U) adı verilen bazlardan oluşur. Çift zincirli bir moleküler yapı olan DNA’nın bir zincirindeki adenin daima diğer zincirdeki timinle guanin ise diğer zincirindeki sitozinle eşleşir ve aralarında zayıf hidrojen bağları oluşur. Genetik bilginin yeni hücrelere aktarılması DNA yoluyla sağlanır. Belirli özelliklerimizi taşıyan ve birden fazla nükleotitten oluşan DNA parçasına gen adı verilmiştir. Nükleotitler genleri, genler DNA’yı, DNA ise kromozomu ve genomları oluşturur. Kısacası DNA, bir canlının yaşamını devam ettirebilmesi adına gerekli temel özellikleri taşıyan ve aynı türdeki diğer canlılardan farklı olmasını sağlayan yapıdır.[6]

DNA ilk kez İsviçreli hekim Friedrich Miescher tarafından 1869’da atık cerrahi pansumanlarındaki irin içerisinde mikroskobik bir madde olarak keşfedilmiştir. Hücre çekirdeklerinde nükleus bulunduğu için ona ‘’nüklein’’ adını vermiştir. 1919’da Phoebus Levene, nükleotit birimleri oluşturan baz, şeker ve fosfatı tanımlamıştır. Bundan sonra araştırmalar devam etmiş ve 1943’te Oswald Avery, Colin MacLeod ve Maclyn McCarty hücrelerdeki farklılığı sağlayan etmenin DNA olduğunu ispatlamışlardır. DNA’nın günümüzde kabul gören ikili sarmal yapısı ise 1953 yılında James D. Watson ve Francis Crick tarafından Nature dergisinde ortaya koyulmuştur.[7]

Ancak DNA’nın hukuki alanda ilk olarak kullanımı 1985 yılında İngiltere’de gerçekleşmiştir. Tecavüz edilerek öldürülen iki genç kızın katilinin bulunması adına İngiliz polisi genetik çalışmalarıyla tanınan Alec Jeffreys’den olayın aydınlatılması adına yardım istemiştir. İlk olarak genç kızların vücudundan alınan meni örneği incelenerek DNA incelemesi yapılmıştır. Daha sonrasında yakın çevredeki 5000’den fazla erkeğin kan örnekleri toplanarak DNA incelemeleri yapılmıştır. Elde edilen bu verilerin karşılaştırılması sonucu gerçek suçlu bulunmuş ayrıca gerçekte suç işlemediği halde bu olay sebebiyle hapiste tutulan bir gencin masumiyeti ispatlanmıştır.[8]

DNA incelemesi açısından özellikle ABD çapında yankı uyandıran bir başka olay da kamuoyu tarafından O. J. Simpson vakası olarak bilinen cinayet davasıdır. Bu davada ceza yargılamasında DNA kanıtlarının hem güçlü hem de zayıf yönleri görülmüştür. Özellikle yanlış ilişkilendirme ve numunelerin yanlış etiketlenmesi ve sonuçların yanlış yorumlanması gibi durumlar ceza adaletini yanıltabilmektedir.[9]

Tüm bunların yanı sıra DNA incelemesi sonucu elde edilen verilerin; ceza yargılamasında failin ve mağdurun tespiti, kaybolan ya da doğal afet ve kaza gibi durumlarda vefat eden kişilerin kimlik tespitinin sağlanması, kişiler arasındaki annelik,babalık bağının ve diğer akrabalık bağlarının tespiti, kişinin etnik kökeninin belirlenmesi, hastalıkların kaynağının ve nedenlerinin tespiti ve hastalıklar için yeni ve etkili tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi, insan sağlığına dair potansiyel risklerin tespiti gibi alanlarda kullanılması sebebiyle DNA incelemeleri, günümüzde oldukça önemli bir yer teşkil etmekte ve önemi her geçen gün artmaktadır. Günümüzde bazı ülkeler adli, sosyobilimsel ve tıbbi alanlarda kullanılmak üzere DNA veritabanları oluşturmakta ve bu veritabanları aracılığıyla edinilen bilgiler ışığında mevcut sorunlara çözüm aramaktadır. Ülkemizde ise bir çok kanun tasarısı[10] hazırlanmış olmasına rağmen mevzuatımızda DNA veritabanlarına ilişkin henüz bir düzenleme bulunmamaktadır. Kanaatimizce yaşadığımız çağın koşulları göz önüne alınacak olduğunda bu yöndeki kanunsal boşluğu dolduracak bir yasal düzenleme yapılması gerekmektedir.

 

DNA’nın Kanıt Olma Özelliği

Yukarıda da ifade edildiği üzere DNA tüm canlılarda aynı nükletotitlerden oluşmaktadır. Buna rağmen canlılar arasındaki farklılıklar nükleotitlerin DNA üzerindeki sayıları ve dizilişlerinden kaynaklanmaktadır. Bir insanın kan, deri, göz, sperm veya tükürük hücresi farketmeksizin tüm hücrelerindeki DNA aynıdır. Ayrıca insanların DNA dizileri de %99,9 oranında benzerlik göstermektedir. Arta kalan %0.1’lik oran günümüzde dünya üzerindeki yaklaşık 8 milyar insanı birbirlerinden farklı kılan, kişisel kimliklerini oluşturan farklılıktır. Tek yumurta ikizleri hariç her insanın kendisine münhasır bir genetik yapısı vardır. Hiçbir insanın genetik yapısı birbiriyle aynı değildir. Bu durum parmak izindeki duruma benzetilmiş ve DNA parmak izi olarak adlandırılmıştır. Bu keşiflerle beraber DNA incelemesi ispat hukukunun en önemli unsurlarından biri haline gelmiştir.[11]

İnsanların biyolojik bilgileri, DNA yapısı içerisinde ikili sarmal yapı halinde kodlanmıştır. Bu sarmallardan birisi anneden, diğeri babadan gelir ve böylece genetik özelliklerin de yarısı anneden, diğer yarısı da babadan çocuğa geçer. Kısacası çocuklar, anne ve babaları ile ortak genlere sahip olurlar. Analiz sırasında incelenen bu gen bölgelerinin aynı olması durumunda çocuk ile anne veya babası arasında biyolojik bağ bulunup bulunmadığı tespit edilir.[12]

İnsanların DNA yapılarının birbirlerinden farklı olması ve DNA teknolojisindeki gelişmelerle birlikte bu farklılıkların tespit edilebilir hale gelmesi sonucu özellikle muhakeme hukukunca profesyonelce işlenmiş cinayetler, cinsel saldırılar gibi çözülmekte zorlanılan olayların çözümü kolaylaşmıştır.

 

DNA’nın İncelenmesi ve İncelenmesindeki Önemli Kriterler

DNA incelemesine konu olan biyolojik materyallere; kan ve kan lekeleri, meni ve meni lekeleri, dokular, hücreler, kemikler, organlar, saç kılları, idrar, tükürük ve tükürük lekeleri gibi biyolojik veriler örnek olarak gösterilebilir. Gözyaşı ve serum ve çekirdek hücresi olmayan diğer vücut sıvıları DNA incelemesi için uygun değildir. DNA’nın delil haline dönüştürülebilmesi adına farklı branşlardan uzman kişilerin dikkatli bir çalışma yürütmesi gerekmektedir.[13]

DNA’nın üzerindeki bireysel farklılıkların tespit edildiği yönteme DNA parmak izi incelemesi denilmektedir. Olayın meydana geliş şekli, delillerin niteliği ve cevabı aranan soruların özelliklerine göre elde edilen DNA üzerinde hangi inceleme yönteminin gerçekleştirileceği belirlenmektedir. Bu incelemeler genel olarak otozomal str analizleri, y str analizleri, x str analizleri ve mitokondriyal DNA değişken bölgelerinin sekanslanması olarak ifade edilmektedir. DNA elde edildikten sonra kalite ve miktar açısından değerlendirilir ve yeterli görülürse cevabı aranan soruların cevaplandırılmasına yönelik olarak DNA profili ortaya konulur. Bu profil çeşitli yollarla alınan başka profiller ile karşılaştırılır ve sonuçlar yorumlanarak bir rapor haline getirilir.[14]

DNA incelenmesi sırasındaki önemli kriterlerden ilki elde edilen DNA’nın korunmasıdır. Bu koruma yoluyla sahte DNA delili üretilmemesi, elde edilen DNA’nın bozulmaması sağlanmaya çalışılmaktadır. DNA, nakil ve depolama sırasında kuru bir ortamda ve oda sıcaklığında muhafaza edilmeli, kağıt bir torbaya veya zarfa konulmalı, ağzı sıkıca kapatılarak mühürlenmeli, tutulduğu yer ile ilgili numaralandırma ve tasnif doğru yapılmalı ve gözetim altında tutulmalıdır. Ayrıca bu teknoloji yoluyla elde edilen verilerin kopyalanmaması ve başka amaçlar uğruna kötüniyetli şekilde kullanılmaması adına da gerekli önlemlerin alınması gerekmektedir.[15]

DNA incelemesi sonucunda hazırlanan rapor birçok anlamda önem taşıdığından DNA incelemesi ve bu husustaki rapor tanzimi konunun uzmanı kişiler tarafından yapılmalıdır. Bu kişiler Adli Tıp Kurumu, Polis Kriminal Laboratuvarı personelleri olabileceği gibi üniversitelerin bu konuyla ilgili ana bilim dallarında çalışan kişiler de olabilir. Mümkün olduğu ölçüde bu kişilerin uzmanlığını kanıtlayan belgelerin mevcut olması aranmalıdır.

DNA incelemesi yapılırken mevcut teknik imkanların elverişliliği de bir diğer önemli husustur. Bu kapsamda DNA testi yapacak özel veya resmi merkezler için teknik açıdan standart kriterler getirilmelidir. Bu inceleme için gerekli cihazların pahalı olması nedeniyle daha az maliyetli cihazlar kullanılarak verilecek raporlar adli hatalara neden olabilecektir.

DNA incelemesi sonucundaki raporun mantık kurallarına uygun olması gerekmektedir. Rapor mantık kurallarına aykırı olmamalıdır. Örneğin cinayet ve ırza geçme suçu ile suçlanan A’nın olay anında başka bir yerde olduğunun ispatlanması durumunda olay yerinde bulunan doku örneklerinin A’ya ait olduğuna ilişkin DNA testi sonucuna şüpheyle yaklaşılması gerekmektedir. Bu halde klasik mantığa göre üçüncü durumun imkansızlığı söz konusu olacaktır.[16]

 

TIP HUKUKU IŞIĞINDA DNA İNCELEMESİNİN HUKUK VE CEZA YARGILAMASINDAKİ YERİ

Günümüzde dünyanın birçok ülkesinde DNA profilleri adli makamlar ve bilim insanlarının işbirliği içerisinde ceza ve hukuk yargılamalarının sonuca ulaştırılmasında güvenilir delil sağlama aracı olarak kullanılmaktadır. Nesep tayininden çeşitli cinayet vakalarının çözümüne kadar birçok uyuşmazlık doğrudan DNA incelemesinin konusunu oluşturmaktadır.

DNA incelemesi gerek hukuk gerekse ceza yargılaması açısından büyük önem teşkil etmektedir. Ceza yargılama sistemimiz açısından delil serbestliği ve hakimin delilleri serbestçe takdir etme yetkisi mevcuttur ve bu kapsamda akla, mantığa ve bilime aykırı olmayan her türlü delilden yararlanılması mümkündür.[17] DNA incelemesi sonucu elde edilen veriler de bu kapsamda değerlendirilmekte ve ceza davalarında kuvvetli bir ispat aracı olarak kabul edilmektedir.

DNA incelemeleri sonucu elde edilen veriler hukuki fiillere ilişkin olarak kullanıldıkları zaman ceza davalarındaki gibi hukuk davalarında da önemli bir yere sahip olacaklardır. DNA incelemesi sonucu elde edilen verilerin değerlendirilmesi ve bu incelemeye başvurulup başvurulmaması konusunda ceza ve hukuk yargılaması açısından farklılıkların bulunduğu ifade edilebilir. Özellikle soybağına ilişkin davalarda hukukumuzda birbirleriyle çeliştikleri ifade edilen iki kanun maddesi sıklıkla tartışılmaktadır. Bunlar Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 284. maddesi ile Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 292. maddesidir. TMK 284. maddesi uyarınca;

‘’Soybağına ilişkin davalarda, aşağıdaki kurallar saklı kalmak kaydıyla Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu uygulanır:

  1. Hâkim maddî olguları re’sen araştırır ve kanıtları serbestçe takdir eder.
  2. Taraflar ve üçüncü kişiler, soybağının belirlenmesinde zorunlu olan ve sağlıkları yönünden tehlike yaratmayan araştırma ve incelemelere rıza göstermekle yükümlüdürler. Davalı, hâkimin öngördüğü araştırma ve incelemeye rıza göstermezse, hâkim, durum ve koşullara göre bundan beklenen sonucu, onun aleyhine doğmuş sayabilir.’’

HMK’nin 292. maddesi uyarınca ise;

‘’(1) Uyuşmazlığın çözümü bakımından zorunlu ve bilimsel verilere uygun olmak, ayrıca sağlık yönünden bir tehlike oluşturmamak şartıyla, herkes, soybağının tespiti amacıyla vücudundan kan veya doku alınmasına katlanmak zorundadır. Haklı bir sebep olmaksızın bu zorunluluğa uyulmaması hâlinde, hâkim incelemenin zor kullanılarak yapılmasına karar verir.

(2) Üçüncü kişi tanıklıktan çekinme hakkı bulunduğunu ileri sürerek bu yükümlülükten kaçınamaz.’’ denilmektedir.

Doktrinde bu konudaki tartışmalı husus, üzerinde DNA incelemesi yapılacak kişinin rızasının olmadığı durumlarda söz konusu DNA incelemesinin HMK m.292 uyarınca incelemenin zor kullanılarak yapılması ve TMK m.284 uyarınca bu DNA incelemesinden beklenen sonucun incelemeye izin vermeyen kişinin aleyhine doğmuş gibi sonuç doğurması hükümleri arasındaki farklılıktır. Doktrinde birçok farklı görüş olmakla birlikte bizim de katıldığımız esasen kabul edilen görüş HMK’nın 292. maddesinin TMK’nın 284. maddesini zımnen ilga ettiği görüşüdür.[18] Bu görüşe göre bu iki düzenleme birbirleriyle çeliştiğinden sonraki kanun HMK önceki kanun TMK’deki düzenlemeyi ortadan kaldırmaktadır. Dolayısıyla bu davalarda uygulanması gereken düzenleme HMK’nın 292. Maddesidir.[19]

Nitekim Yargıtay’ın da yerleşik içtihatları bu doğrultudadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bir kararında;

“Madde gerekçesinde de; “…uyuşmazlığın çözümü bakımından, davanın tarafları yanında üçüncü kişiler de, zorunluluk halinde, bilimsel verilere uygun olmak, sağlık yönünden bir tehlike oluşturmamak koşuluyla, vücutlarından kan veya doku alınmasına katlanmak zorundadırlar. İşin önemi dikkate alınarak böyle bir zorunluluk öngörülmüş ve üçüncü kişilerin tanıklıktan çekinme haklarını ileri sürerek bu yükümlülükten kaçınma yolu da kapatılmıştır.” denilerek, bu nitelikteki davalarda soybağının tespiti için vücuttan kan veya doku alınmasına katlanma zorunluluğu açık bir şekilde düzenlenmiştir. Yerel mahkemece, test yaptırmaktan kaçınan davalı hakkında TMK’nın 284/2. maddesi uyarınca incelemeden beklenen sonucun onun aleyhine doğmuş olduğu kabul edilerek karar verildiği belirtilmiş ise de az yukarıda açıklandığı üzere TMK’ya göre sonraki kanun durumunda olan HMK’nda soybağının tespiti için yapılacak inceleme hakkında özel bir düzenleme yapılmış ve bu tür davalarda işin önemine binaen kan veya doku alınmasına katlanma zorunluluğu getirilmiştir. Hal böyle olunca, kamu düzenine ilişkin olan babalık iddiası hakkında doğru sonucun elde edilebilmesi için sonraki kanun olan ve özel düzenleme içeren HMK’nın 292. maddesi hükmünün uygulanması ve alınacak rapor doğrultusunda bir karar verilmesi gerekmektedir.şeklinde hüküm kurmuştur.[20]

Özetlemek gerekirse ceza ve hukuk yargılaması açısından Yargıtay içtihatları da değerlendirildiğinde uygulamada bir fark bulunmamaktadır. Maddi olayın aydınlatılması ve durumun tespitinin kamu yararı açısından gerekli görülmesi durumunda DNA incelemesi için kişilerin vücut dokunulmazlığı hakkına müdahale edilebileceği benimsenmiştir.

Ceza ve hukuk yargılaması açısından tartışılması gereken bir diğer husus ise DNA incelemesi yapılmasının zorunlu olup olmadığı hususudur. Yargıtay’ın yerleşik içtihatları değerlendirildiğinde bu konuda maddi gerçeğe ulaşılması adına DNA incelemesi gereken durumlarda Yargıtay’ın DNA incelemesinin yapılmasını zorunlu tutmakta olduğu görülecektir.[21] Yargıtay gerekli durumlarda DNA incelemesinin yapılmamasını eksik kovuşturma kapsamında değerlendirerek bozma sebebi olduğunu kararlarında ifade etmiştir.

Yargıtay 6.C.D. 2013/23202 E., 2016/3192 K., 11.04.2016 tarihli kararında:

‘’Tutanağa göre; polis merkezine yapılan ihbar üzerine, olay yerine gidildiğinde katılanın pencereden bakıcının ellerini ve ayaklarını bağladığını söylediği, evin içinde yapılan tespitte, televizyonun sesinin açık olduğu, katılanın boğazının eşarpla, dışının koli bandı ile bağlandığının tespit edildiği, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Kriminal Laboratuvarından alınan 19.12.2008 gün ve BİY 2008/4832 Uzmanlık raporuna göre, olay yerinden ele edilen 1, 1a, 1b, 1c, 1d delil nolu 5 adet sigara izmariti üzerinden yapılan DNA incelemesinde, elde edilen genotip bulguların bir erkek ve bir bayan şahsa ait olduğunun anlaşılması karşısında; öncelikle olay mahallinde bulunan sigara izmaritlerinden ele edilen DNA’nın sanıkların DNA’sı ile karşılaştırılmasının yapılması, sanıkların olay tarihinde kullandıkları cep telefonu numaralarının tespit edilerek, bu numaraların olay tarihinde hangi baz istasyon ve/veya istasyonlarından sinyal verdikleri ve bu baz istasyon ve/veya istasyonlarının olay yerine uzaklığı da belirlenip, sonucuna göre sanıkların hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken eksik kovuşturma ile yerinde ve yeterli olmayan gerekçe ile yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.’’

şeklinde hüküm kurmuş ve DNA incelemesi yapılmaması sebebiyle bozma kararı vermiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da 2022/683 E., 2023/832 K., 20.09.2023 tarihli kararında soybağı ve miras hukukunu ilgilendiren nüfus davalarında davanın ispatı için sunulan delillerle yetinilmemesi gerektiğini ve kimliklendirme için DNA testi yapılmasının zorunlu olduğunu ifade etmiştir.

‘’Uyuşmazlık; nüfus kaydının düzeltilmesi amacıyla açılan eldeki davada, derece mahkemelerince toplanan delillerin yeterli olup olmadığı, toplanan delillerin yanında DNA incelemesi yapılmasının da gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. Eldeki davada; davalı …’nın kayden annesi olarak görünen … tarafından doğurulmadığı ileri sürülerek anne adının düzeltilmesi istemli dava açıldığı, İlk Derece Mahkemesince davanın usulden reddine karar verildiği, Bölge Adliye Mahkemesince de dosyada usuli bir eksiklik bulunmadığı ve toplanan delillere göre davanın ispat edildiği gerekçesi ile davanın kabulüne karar verildiği, Özel Dairenin ise toplanan delillerin yanında DNA incelemesinin de yapılması gerektiği gerekçesiyle hükmü bozduğu anlaşılmaktadır. Yerleşik Yargıtay içtihatlarına göre, soybağını ve miras hukukunu ilgilendirmeyen nüfus kaydının düzeltilmesine ilişkin davalarda mahkemece tüm delillerin toplanması ve tanıkların dinlenmesinden sonra dahi sonuca ulaşılamaması hâlinde DNA incelemesi yaptırılması gerekirken, soybağı ve miras hukukunu ilgilendiren nüfus davalarında davanın ispatı için sunulan delillerle yetinilmeyip, kimliklendirme için DNA testi yapılması zorunludur.’’[22]

Yargılama makamı tarafından DNA incelemesi sonucu oluşturulan raporun nasıl değerlendirileceği de önem teşkil etmektedir. DNA incelemesi sonucu oluşturulan bilirkişi raporu bilimsel bir mütalaadır. Söz konusu raporun bilimsel bir mütalaa olması yargılama makamını mutlak olarak bağladığı anlamına gelmediği gibi yargıcın bu delili de takdir etmesi gerekmektedir. Buradaki takdir yetkisinin kapsamı DNA incelemesi sürecinin etkin, bilimsel kriterlere ve hukuka uygun şekilde yürütülüp yürütülmediğinin denetlenmesi olarak ifade edilmektedir.[23] Bu kapsamda yargılama makamı DNA incelemesi sürecinin uzman kişiler tarafından yapılıp yapılmadığını, teknik olanakların elverişli olup olmadığını, inceleme şeklinin uluslararası benimsenmiş yöntemlerle yapılıp yapılmadığını, inceleme sırasında gerekli özen ve dikkatin sergilendiğini, elde edilen bulguların elverişli koşullarda saklanıp saklanmadığını, oluşturulan raporun mantığa uygunluğunu, süreç içerisinde herhangi bir hile,hata veya insan müdahalesinin bulunmadığını takdir edecektir.

DNA incelemesi sonucu elde edilen veriler yargılamanın yenilenmesi aşamasında da birçok etkiye yol açabilecektir. Maddi anlamda kesin hükmün amacı kişiler arasındaki uyuşmazlıkların kesin şekilde çözüme ulaştırılmasıdır. Bu kapsamda devletin ve kişilerin yararı söz konusudur. Ancak bazı durumlarda, yargılama sürecinde meydana gelen önemli yanlışlıklar kesin hükmün yeniden gözden geçirilmesi ve aynı uyuşmazlık hakkında yeni bir hüküm verilmesi ihtiyacını doğurmaktadır. Bu kapsamda hukuk yargılamasında HMK m.375’teki koşullar oluşması durumunda yargılamanın iadesi, ceza yargılamasında CMK m.311’deki koşullar oluşması durumunda yargılamanın yenilenmesi söz konusu olabilecektir.[24] Ceza yargılaması açısından önemli husus ise m.311 kapsamında yargılamanın yenilenmesinin ancak sanık lehine olan durumlarda uygulanabilecek olağanüstü bir kanun yolu olduğudur.

 

DNA Veri Tabanları

DNA incelemesi açısından değinilmesi gereken önemli bir husus ise DNA veri tabanlarıdır. DNA veri tabanları her geçen gün dünya üzerinde daha da yaygınlaşmakta ve depoladıkları DNA materyali sayısı artmaktadır. Bunun gerekliliği üzerinde ciddi tartışmalar devam etmektedir. Bir taraftan devletin suçların aydınlatılması görevini gerektiği gibi yapabilmesi adına DNA veri tabanlarının yaygınlaştırılması gerektiği düşünülse de diğer taraftan kişilerin mahremiyet hakkının zedeleneceği endişesi devam etmektedir. Bu kapsamda elde edilen verilerin depolanması ve imhası için belirli kriterlerin belirlenmesi gerekliliği doğmaktadır. Farklı ülkelerin farklı uygulamaları olmakla beraber günümüzde halen bu konudaki yöntemler tartışılmaktadır.[25]

DNA veri tabanlarının ceza adaleti sistemindeki işlevleri gözetildiğinde maddi gerçeğe ulaşılması ve suçla mücadele için DNA veri tabanlarının oluşturulmasının gerekli olduğu söylenebilecektir. Fakat, bu tür veritabanlarının oluşturulması, özellikle mahremiyetle ilgili bazı endişelerin de giderilmesi şartıyla sağlanmalıdır. Bu kapsamda da suçla mücadele ve kişi mahremiyeti arasındaki dengenin gözetilmesi gerekmektedir. DNA veri tabanlarının DNA mahremiyetini ihlal edip etmediği tartışılsa da bu konudaki sorunun çözümü orantılılık ilkesi çerçevesinde gerçekleştirilmelidir.[26]

Devletin suçları çözme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu bakımdan bir meşru amaç mevcut olabilir. Öte yandan veri tabanına sahip olmanın otomatik olarak bireysel haklara aykırı olduğunu söylemek güçtür. Oluşturulan veri tabanı belirli ilkeler ışığında sistematik bir şekilde orantılılık ilkesi kapsamında ve kişi mahremiyeti zedelenmeyecek şekilde kullanılabilir.[27]

 

‘’AİHM/S. ve Marper/Birleşik Krallık – 30562/04, Karar: 4.12.2008

Başvuruculara karşı yürütülen ceza soruşturma ve yargılamalarının takipsizlik ve beraat kararlarıyla sonuçlanmasından sonra alınan parmak izleri ile DNA verilerinin muhafazası: İhlal Olaylar: Polis ve cezada deliller hakkındaki 1984 yasasının (« 1984 yasası ») 64. maddesine göre, bir suç işlediğinden şüphelenen bir kimseden alınan parmak izleriyle DNA eşantiyonları, sanık hakkındaki ceza soruşturması veya yargılaması takipsizlik veya beraatla sonuçlansa bile, zaman sınırlaması olmadan muhafaza edilebilinir. Bu davada, iki başvurucu suç işlemekle itham edilmiş ancak mahkûm olmamışlardı. 11 yaşında bir küçük olan birinci başvurucu tecavüze teşebbüs suçlamasından beraat etmiş; eşini taciz etmekten sanık ikinci başvurucuya karşı açılan soruşturma ise eşlerin barışması sonucunda takipsizlik kararıyla sonuçlanmıştır. Mahkûm olmadıklarından dolayı her bir başvurucu kendilerinden alınan parmak izleriyle DNA eşantiyonlarının yok edilmesini istemiş, ancak polis bu talepleri reddetmiştir. Başvurucular dava açmışsa da polisin ret kararları mahkemeler tarafından onaylanmıştır. Çoğunluk adına Lordlar Kamarası’nın kararını yazan Lord Steyn, başvurucuların özel hayatlarına bir müdahale olduğu kabul edilse bile, bu müdahalenin gerçekten hafif olduğunu ve ulaşılmaya çalışılan meşru amaçla orantılı olduğunu, çünkü söz konusu unsurların sadece belli bir amaç için muhafaza edildiğini ve kendisiyle karşılaştırmak için suç mahalliden alınacak eşantiyonların yokluğu durumunda bunların hiçbir işe yaramayacağını, ancak çok geniş bir veri tabanına sahip olmanın ağır suçlara karşı mücadelede çok büyük avantajlar sağlayacağını belirtmiştir. Hukuk: a) Müdahale: İlgili ve ailesi için büyük bir öneme sahip yegâne genetik bir kod dâhil, hücre eşantiyonlarındaki kişisel bilgilerin çokluğu ve niteliği ve DNA profilinin kişiler arasındaki mevcut akrabalık bağlarını ortaya çıkarmayı ve ilgilinin etnik kökeni hakkında bilgi edinmeyi sağlayan bir araç olduğu dikkate alındığında, başvurucuların DNA profilleri ile hücre eşantiyonlarının muhafazası tek başına bunların özel hayatlarına saygı haklarına bir müdahale oluşturur. DNA profilleri ve hücre eşantiyonlarına oranla parmak izlerinin muhafazasının özel hayat üzerinde daha az bir etkisi olduğu doğru olsa bile, – ilgili kişi hakkında yegâne bilgiler içeren – bu unsurların ilgilinin rızası olmadan muhafazası tarafsız veya olağan bir tedbir değil, özel hayata saygı hakkına bir müdahaledir. b) Yasayla öngörülme: Müdahalenin demokratik bir toplumda gerekliliği konusunda vardığı sonuçlara bakıldığında, her ne kadar, AİHM’nin 1984 yasasının 64. maddesi metninin yasanın “niteliği”yle ilgili şartlara uyup uymadığı sorusuna cevap vermesi gerekmiyorsa da, AİHM eşantiyon ve profillerdeki bilgilerin kullanılması ve muhafazası koşul ve yöntemleri konusunda bu maddenin yeteri kadar detaylı olmadığını ve bu tedbirlerin kapsamları ve uygulanmalarıyla ilgili açık ve detaylı kurallar belirleyen ve azami bazı şartlar koyan bir düzenlemenin varlığının çok önemli olduğunu not eder. c) Meşru amaç: Verilerin muhafazasının, gelecek suçluların kimliklerinin saptanması konusunda sağlayacağı yardımlar sayesinde, suç işlenmesinin önlenmesi meşru amacını hedef aldığı kabul edilmektedir. d) Demokratik toplumda gereklilik: AİHM’nin yapacağı inceleme parmak izleri, hücre eşantiyonları ve DNA profillerinin genel olarak muhafazasının AİHS açısından meşru görülüp görülemeyeceği sorusunu değil, – suç işlediklerinden şüphelenen ancak mahkûm olmamış olan – başvurucuların durumunda bu unsurların muhafazasının meşru olup olmadığı sorusunu kapsamaktadır. Avrupa Konseyi’nin ilgili belgelerinden ve diğer sözleşmeci devletlerin yürürlükteki hukuk ve uygulamalarından çıkan anahtar ilkelere göre, verilerin muhafazasının, özellikle polis sektörü söz konusu olduğunda, verilerin toplanmasındaki amaçla orantılı ve zaman sınırlı olması gerekmektedir. Çağdaş bilimsel tekniklerin ceza yargılaması sisteminde kullanılmasına, bu tekniklerin geniş bir şekilde kullanılmasından doğan avantajlar ile özel hayatın korunmasıyla ilgili temel çıkarlar arasında dikkatli bir denge kurulmadan, ne pahasına olursa olsun, izin verilmiş olsaydı, 8. maddenin sağladığı koruma kabul edilemez bir şekilde zayıflardı. Yeni teknolojilerin gelişiminde öncü rol oynama iddiasında olan her ülke bu alanda adil bir denge bulma özel sorumluluğunu taşımaktadır. Bu bağlamda, AİHM İngiltere ve Galler’deki muhafaza yetkisinin genel ve farklılıkları dikkate almayan bir karaktere sahip olmalarını şaşırtıcı bulmaktadır. Bu ülkelerde, suçun niteliği ve ağırlığı ve şüphelinin yaşına bakılmaksızın veriler muhafaza edilebilmektedir. Ayrıca muhafaza zaman sınırlı değildir. Beraat eden bir kişi sadece çok sınırlı durumlarda kendisiyle ilgili verilerin ulusal veri tabanından silinmesini ve eşantiyonların imha edilmesini isteyebilmektedir. Muhafaza için ileri sürülen gerekçenin belli kriterler çerçevesinde bağımsız bir denetimini öngören hiçbir düzenleme de yoktur. Burada özellikle kaygı verici olan, herhangi bir suçtan suçlu bulunmamış ve dolayısıyla suçsuzluk karinesinden yararlanma hakları olan insanların mahkûm olmuş olan insanlarla aynı muameleye tabi tutulmalarından kaynaklanan bir damgalanma riskinin mevcudiyetidir. Böyle verilerin muhafazası, özel durumlarından ve gelişmelerinin ve topluma entegre olmalarının öneminden dolayı, özellikle, birinci başvurucu gibi, küçüklerin durumunda zararlı olabilir. Sonuç olarak, muhafaza yetkisinin, başvurucuların olayında da uygulanan, farklılıkları dikkate almayan genel niteliği bu olayda söz konusu olan kamu çıkarlarıyla özel çıkarlar arasında adil bir denge kurmamaktadır. Savunmacı devlet bu konuda kabul edilebilecek her türlü takdir payının ötesine geçmiş durumdadır. Sonuç olarak, söz konusu muhafaza, başvurucuların özel hayatlarına saygı haklarına orantısız bir müdahale oluşturmakta olup demokratik bir toplumda gerekli kabul edilemez. Sonuç: İhlal (Oybirliğiyle).’’

AİHM’nin DNA verilerinin muhafazası ile ilgili yukarıdaki kararı içerik olarak önemlidir. Kararda kamu çıkarlarıyla özel çıkarlar arasında bir denge kurulması gerekliliği vurgulanmış bu dengenin kurulmamasının AİHS’nin 8. maddesi kapsamında özel hayata saygı hakkının ihlali niteliğinde olduğunu ifade edilmiştir. Bu durum DNA veritabanları açısından da gözetilmesi gereken bir husustur.

 

SONUÇ

Tek yumurta ikizleri hariç her insanın kendisine münhasır bir genetik yapısının olmasının keşfiyle birlikte DNA incelemesi de ispat hukukunun en önemli unsurlarından biri haline gelmiştir. Bunun sonucunda özellikle muhakeme hukukunca profesyonelce işlenmiş cinayetler, cinsel saldırılar gibi çözülmekte zor olayların çözümü kolaylaşmıştır.

Nitekim bazı ülkeler elde edilen bu verileri DNA veri tabanları oluşturarak saklamakta ve kamu yararına yönelik olduğunu iddia ettikleri çeşitli amaçlarla depoladıkları DNA verilerini başta suçluların tespiti olmak üzere birçok alanda kullanmaktadır. Elbette ki bu veriler hukuka uygun olarak ve belirli kriterler çerçevesinde elde edilmelidir.

DNA incelenirken önemli kriterlerden ilki elde edilen DNA’nın korunmasıdır. Ayrıca DNA incelemesi sonucunda hazırlanan rapor birçok anlamda önem taşıdığından inceleme ve bu husustaki rapor tanzimi konunun uzmanı kişiler tarafından yapılmalıdır. İnceleme yapılırken mevcut teknik imkanların elverişliliği de bir diğer önemli husustur. Ayrıca inceleme sonucundaki raporun mantık kurallarına uygun olması gerekmektedir.

Tüm bu hususların gerçekleşip hukuka uygun bir rapor oluştuğunu varsayacak olursak bu rapor hukuk düzeni açısından delil niteliğindedir. Çalışmamızda da yer verdiğimiz Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarından da görüleceği üzere DNA incelemesi sonucu elde edilen veriler gerek ceza gerekse hukuk yargılamasında önemli bir ispat aracı olarak kullanılmakta hatta gerekli durumlarda kullanılmaması bozma gerekçesi yapılmıştır.

Sonuç olarak DNA incelemesinin kişinin temel haklarına müdahale oluşturduğu aşikardır. Ancak bu müdahalenin kanuni çerçevede, meşru bir amaçla yapılması, gerekli ve orantılı olması kaydıyla gerçekleştirilmesinin hukuka aykırılık teşkil etmeyeceği ve bu kapsamda ülkemizin de DNA incelemesi sonucunda elde edilen verilerin saklanması, kullanılması, depolanması, yok edilmesi gibi hususlarda daha kapsamlı ve detaylı bir kanuna ihtiyaç duyduğu kanaatindeyiz.

 

KAYNAKÇA

Cem Akbıyık/Gülşah S. Aydın    :     “Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.292 Uyarınca Kişilerden Soybağı Tespiti Amacıyla Zor Kullanılarak Kan veya Doku Alınmasının Kişilik Hakkını İhlal Edip Etmediği Sorunu”, İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 13, S. 1, 2014, s.19 vd.

 

Gürsel Çetinİnci Hot/ İrem Seyalıoğlu/

Şenel Berna Eraslan/Tunç Demircan    :    ‘’Klonlamaya Genetik, Etik ve Hukuksal Açıdan Yaklaşım’’, Adli Tıp Dergisi, C.21, S.2, 2007, s.31-46.

 

İdris Taşçan/Dr. Suat Çalışkan     :    Tıbbi Uygulama Hataları ve Hekim Suçları, 1.baskı, Yeditepe Üniversitesi Yayınları,  İstanbul, 2018.

 

D. Watson/ F.H.C. Crick             :    “A Structure for Deoxyribose Nucleic Acid”  Nature. 171.Cilt (4356.Sayı), 1953, s. 737-738.

Murat Uyumaz                              :    Soybağı Davalarında Usule İlişkin Hükümler, 1.bs., Adalet Yayınları, Ankara, 2015.

 

Osman Kaşıkçı                             :     ‘’İnsan Genomu Projesinin Etik Açıdan Değerlendirilmesi’’,Sağlık Hukuku Sempozyumu, Yetkin Yayınları, Ankara, 2007.

Rahime Erbaş                               :     ‘’The Tension between Genom Privacy and Criminal Justice in the Wake of DNA Databases’’, Ceza Hukuku ve Kriminoloji Dergisi, C.5, S.2, 2017, s.163-178.

Rahime Erbaş                               :     ‘’DNA Databases For Criminal Justice System: A Pathway Towards Utopian Or Dystopian Future?’’, The Age of Human Rights Journal, 2022, s.331-343.

Alaeddini/S.J.Walsh/A. Abbas :     ‘’Forensic implications of genetic analyses from degraded DNA-a review’’, Forensic Science International:Genetics, C.4 S.3, 2010, s.148-157.

Rıfat Erten/Birsen Acır/

Sema Taşveren                              :    ‘’Gen (Dna) Testinin İspat Hukuku Açısından Değerlendirilmesi’’, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Sayı: 1 Cilt: 45, 1996, s.573-588.

Rom Harre, akt. Sinan Kılıç.      :   Büyük Bilimsel Deneyler, Baskı.8, Tübitak, Ankara, 1996.

Sanem Aksoy Duman                  :   “Soybağının Belirlenmesi Bakımından MK m.284 ve HMK m. 292’nin Değerlendirilmesi”, Kazancı Hakemli Hukuk Dergisi, C. 8, S. 95-96, 2012.

Hilal Üçüncü                                 : Medenî Yargılama Hukukunda Kişisel Verilerin ve Sırların Korunması, On İki Levha Yayınları, 1.bs., İstanbul, 2019.

Tayfun Özçelik                             :    ‘’Adlî Amaçlı DNA Analizleri’’, Hacettepe Tıp Dergisi, C.21 S.1, Ankara, 1991 s.50-55.

Ulaş Baran Baloğlu                      :    DNA Sıralarındaki Tekrarlı Örüntülerin Ve Potansiyel Motiflerin Veri Madenciliği Yöntemiyle Çıkarılması, Yüksek Lisans Tezi, 2006, s.2-6.

Yeşim Doğan Alakoç                   :    ‘’Adli Bilimlerde DNA Analizleri’’, Ankara Sağlık Hizmetleri Dergisi, Cilt, 9, Sayı 2, Ankara, 2010, s.3-6.

Ziya Gökalp                                   :     Felsefe Dersleri, 1.bs., Çizgi Kitabevi, Konya, 2006.

 

DİPNOTLAR

[1] ‘’Tüm canlıların yapı taşını oluşturan hücrelerin hepsinde çekirdek, çekirdek içinde ise DNA dizileri bulunmaktadır. DNA sarmalları katlanarak kromozomları oluşturmaktadır. İşte bu DNA zincirlerinin belli bir uzunluktaki canlının ırsi özelliklerini taşıyan bölümüne gen adı verilmektedir. Bütün canlılara kalıtsal özelliklerini veren gendir. Genler insana insan, fareye fare, kurda kurt özelliklerini verir. Bütün canlılar için aynı durum geçerlidir. Bir canlının ne tür bir özelliği var ise o özelliği veren gendir. Bir canlıya ait bütün genlerin bir araya gelmesi ile oluşan bütüne genom denmektedir. 2003 yılında insan genom haritası çıkarılmıştır. İnsan genomunda 30.000 adet gen sıralandığı saptanmakla birlikte, işlevleri henüz tam olarak anlaşılmış değildir.’’ Kaşıkçı, O. ‘’İnsan Genomu Projesinin Etik Açıdan Değerlendirilmesi’’, Sağlık Hukuku Sempozyumu, 15-16 Mayıs 2006 Erzincan, Yetkin Yayınları, s.147.

[2] İdris TAŞCAN, Dr. Suat ÇALIŞKAN, Tıbbi Uygulama Hataları ve Hekim Suçları, Yeditepe Üniversitesi Yayınları, 1.baskı, İstanbul, 2018, s.446.

[3] Seyalıoğlu, Eraslan, Hot, Demircan, Çetin, ‘’Klonlamaya Genetik, Etik ve Hukuksal Açıdan Yaklaşım’’, Adli Tıp Dergisi, C.21, S.2, 2007, s.35.

[4] Ek Protokolün 1. maddesi ile üretime yönelik kopyalama yasaklanmaktadır. ‘’Bir insana genetik olarak özdeş, canlı veya cansız başka bir insan yaratmayı amaçlayan herhangi bir müdahale yasaktır’’. Genetik olarak özdeş kavramı maddenin 2. fıkrasında açıklanmıştır. Bu ifade bir insanın başka bir insanla aynı nükleer genetik seti paylaşması anlamına gelmektedir. Diğer bir yasaklama ise Bio-Tıp sözleşmesinin 18. maddesinde yer almaktadır. Bu hükme göre ‘’sadece araştırma amacıyla insan embriyolarının yaratılması’’ yasaklanmıştır. Tedavi amaçlı klonlama ile ilgili olarak ise herhangi bir yasak getirilmemiştir. Kısacası söz konusu sözleşme ile üreme amaçlı klonlama yasaklansa da tedavi amaçlı klonlama hakkında bir düzenleme yapılmamıştır’’.

[5] ‘’Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, “Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi : İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi’nin 36. maddesi uyarınca, Sözleşmenin 20 nci maddesinin, muvafakat verme yeteneği olmayan kimselerden kendisini yenileyen dokuların alınmasını mümkün kılan 2 numaralı bendinin, 2238 sayılı Organ ve Doku Alınması, Saklanması, Aşılanması ve Nakli Hakkında Kanunun 5 inci maddesiyle uyum halinde olmaması nedeniyle, işbu madde fıkrasını uygulamamak hakkını saklı tutar.’’, 5013 numaralı Biyoloji Ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları Ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi: İnsan Hakları Ve Bi̇yotıp Sözleşmesi̇ni̇n Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dai̇r Kanun.

[6] Protein ve Nükleik Asit kavramları için bkz, Ulaş Baran Baloğlu, Dna Sıralarındaki Tekrarlı Örüntülerin Ve Potansiyel Motiflerin Veri Madenciliği Yöntemiyle Çıkarılması, Yüksek Lisans Tezi, 2006, s, 2-6.

[7] Watson J.D., Crick F.H.C. “A Structure for Deoxyribose Nucleic Acid” Nature. 171.Cilt (4356.Sayı), 1953,  s. 737-738.

[8] Rom Harre, akt. Sinan Kılıç, Büyük Bilimsel Deneyler, Baskı.8, Tübitak, Ankara, 1996, s.141

[9] Rahime Erbaş, ‘’DNA Databases For Criminal Justice System: A Pathway Towards Utopian Or Dystopian Future?’’, The Age of Human Rights Journal, 2022, s.334.

[10] https://www.ttb.org.tr/haberarsiv_goster.php?Guid=665acfee-9232-11e7-b66d-1540034f819c

Erişim tarihi: 10.12.2024

[11] Rıfat Erten/Birsen Acır/Sema Taşveren, ‘’Gen (Dna) Testinin İspat Hukuku Açısından Değerlendirilmesi’’, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Sayı: 1 Cilt: 45, 1996, s.573.

[12] Rıfat Erten/Birsen Acır/Sema Taşveren, a.g.m., s.575.

[13] Tayfun Özçelik, ‘’Adlî Amaçlı DNA Analizleri’’, Hacettepe Tıp Dergisi, C.21 S.1, 1991 s.54.

[14] Yeşim Doğan Alakoç, ‘’Adli Bilimlerde DNA Analizleri’’, Ankara Sağlık Hizmetleri Dergisi, Cilt, 9, Sayı 2, 2010, s.3-6.

[15] R. Alaeddini , S.J.Walsh, A. Abbas, ‘’Forensic implications of genetic analyses from degraded DNA-a review’’, Forensic Science International:Genetics, C.4 S.3, 2010, s.148-157.

[16] Üçüncü Hâlin İmkânsızlığı İlkesi: Bir şey ya vardır ya yoktur, üçüncü bir durum söz konusu olamaz. Diğer bir deyişle “iki çelişik ifadeden biri doğru ise öteki zorunlu olarak yanlıştır, ikisi arasında üçüncü bir hâl yoktur.” biçiminde ifade edilir. Her bir şey “ya A ya da A olmayandır”; üçüncü bir hâl düşünülemez. bkz. Ziya Gökalp, Felsefe Dersleri, 1.bs., Çizgi Kitabevi, Konya, 2006, s.143.

[17] 5271 sayılı CMK, Madde 217(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.

[18] Murat Uyumaz, Soybağı Davalarında Usule İlişkin Hükümler, 1.bs., Adalet Yayınları, Ankara, 2015, s. 191

[19] S. Hilal Üçüncü, Medenî Yargılama Hukukunda Kişisel Verilerin ve Sırların Korunması, On İki Levha Yayınları, 1.bs., İstanbul, 2019, s. 60. TMK’nın 284 ile HMK’nın 292’nci maddeleri arasındaki özel kanun-genel kanun ve önceki kanun-sonraki kanun tartışmaları için bkz. Cem Akbıyık/Gülşah Sinem Aydın, “Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.292 Uyarınca Kişilerden Soybağı Tespiti Amacıyla Zor Kullanılarak Kan veya Doku Alınmasının Kişilik Hakkını İhlal Edip Etmediği Sorunu”, İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 13, S. 1, 2014, s.19 vd. Her iki düzenlemenin de genel nitelikteki düzenleme olması sebebiyle sonraki düzenleme olan HMK hükmünün TMK hükmünü ilga ettiği yönündeki görüş için bkz. Sanem Aksoy Duman, “Soybağının Belirlenmesi Bakımından MK m. 284 ve HMK m. 292’nin Değerlendirilmesi”, Kazancı Hakemli Hukuk Dergisi, C. 8, S. 95-96, 2012, s.121.

[20] Y.H.G.K. 2017/1927 E., 2018/1471 K., 18.10.2018 tarihli kararı.

[21] Yargıtay 2. C.D. 2014/36360 E., 2017/6460 K., 05.06.2017 tarihli kararı: ‘’Sanık Özkan’ın kovuşturma aşamasındaki beyanında, balıkçı motorunun montajı ile ilgili bir işi olup, diğer sanık Şahin ile beraber dönerken, polislerin kendisini diğer sanıkla beraber yakaladığını, polisle aralarında herhangi bir kovalamaca yaşanmadığını beyan etmesi; sanık Şahin’in ise aşamalardaki beyanında, diğer sanığı tanımadığını, Sarıyer’e giderken bir kovalamaca arasında kaldığını, polisin yanlışlıkla kendisini yakaladığını beyan etmesi, 01.11.2011 tarihli kolluk tutanağında ise; suça konu ATM’de hırsızlık yapıldığına dair gelen ihbar üzerine bankamatikten çıkan iki kişinin kovalamaca sonucunda sanık Özkan’ın olay yerinin 200 metre, sanık Şahin’in ise 350 metre ilerisinde yakalandıklarının belirtilmesi karşısında, tutanak içeriğinin doğruluğunun tespiti bakımından, sanıkların bankamatikten kaçan ve kovalamaca sonucunda yakalanan şahıslar olup olmadığı, farklı yerlerde yakalanıp yakalanmadıkları konusunda tutanak tanıklarının beyanlarının alınarak; ayrıca suç mahallinde bulunan ve sanıklara ait olduğu iddia edilen adli emanetin 2011/29618 sırasında kayıtlı eşyalar ile eldivenler üzerinde DNA incelemesi yapıldığına dair dosya kapsamında bir istek yazısı ya da rapora rastlanmadığından, eldivenler üzerinde DNA incelemesi yapılmış ise, elde edilen bu verilerin; inceleme yapılmamış ise yeni yaptırılacak olan inceleme ile elde edilecek verilerin sanıklardan alınacak DNA örnekleri ile mukayeseli olarak incelettirilmesi, yapılacak incelemenin sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının takdir ve tayini gerekir’’.

[22] Y.H.G.K. 2022/683 E., 2023/832 K., 20.09.2023 tarihli kararı.

[23] Yalnız yargıcın bu konudaki bilirkişi raporunu takdir yetkisinin kapsamı takım özellikler göstermektedir. Nitekim Anglosakson hukuk uygulamasında yargıcın “DNA incelemesinin yapıldığı örnek dokunun saklanma koşulları, laboratuvar çalışmalarında yeterli titizlik gösterilip gösterilmediği, incelemeyi yapan kişinin konusunda uzman olup olmadığı ve uzmanlık derecesi” gibi DNA incelemesinin sonucu ile ilgili değil de DNA incelemesi yöntemiyle sınırlı olarak bilirkişi raporlarının güvenilirliğini araştırdıkları belirtilmiştir. Bkz. Rıfat Erten/Birsen Acır/Sema Taşveren, a.g.m., s.580

[24] Yargıtay 6.C.D. 2022/12315 E., 2022/16806 K. 01.12.2022 tarihli kararı: ‘’Katılanlar ve mağdurlara yönelik eylemlerle ilişkin soruşturma sürecinde yakalanan sanık …’in, kendi fotoğrafını yapıştırdığı …’e ait nüfus cüzdanını kullanarak adli makamları yanılttığı ve sanık hakkında bu kimlik üzerinden düzenlenen iddianame ile açılan davada, Şile Asliye Ceza Mahkemesinin 08/01/2013 tarih, 2009/216 Esas, 2013/10 Karar sayılı hükmüyle …’in mahkumiyetine karar verildiği, sözkonusu hükmün Yargıtay 13. Ceza Dairesinin 09.03.2015 tarih, 2014/29003 Esas, 2015/3922 Karar sayılı ilamıyla onanması ile kesinleştilerek infaza verildiği, …’in 03.07.2015 tarihinde yakalanması sonrası süreçte ise, … vekilinin suçları işleyen kişinin …’nın halasının oğlu … olduğunu ileri sürmesi üzerine yapılan parmak izi ve DNA incelemesi araştırmasında müsnet suçları … kimliğini kullanan sanık …’in işlediğinin tespit edilmesi üzerine yargılamanın yenilenmesi talebinin kabul edilerek …’in beraatine karar verildiği’’.

[25] Rahime Erbaş, ‘’The Tension between Genome Privacy and Criminal Justice in the Wake of DNA Databases’’, Ceza Hukuku ve Kriminoloji Dergisi, C.5, S.2, 2017, s.164

[26] Rahime Erbaş, ‘’The Tension between Genome Privacy and Criminal Justice in the Wake of DNA Databases’’, Ceza Hukuku ve Kriminoloji Dergisi, C.5, S.2, 2017, s.176

[27] Rahime Erbaş, ‘’DNA Databases For Criminal Justice System: A Pathway Towards Utopian Or Dystopian Future?’’, The Age of Human Rights Journal, 2022, s.340.

 

By admin

Bir yanıt yazın